30 Ekim 2010

Bir Sızı Var İçimde Ölesim Tuttu



Bir şeyleri inşa etmeye uğraşırsın, yoktan var etmeye... Deli gibi çalışırsın üzerinde, en ufak ayrıntısına kadar. Sonra biranda yıkılıverir. Yerle yeksan oluşunu izlersin de durduramazsın hiç bir şeyi... Ne acıdır! Hele de bu birikimler kişiliğin içinse... Çok kırıldım ben, çok hiçe sayıldım. Bu yüzden de kıramam diyordum birini, bu acımasızlığa ortak olamam. Kimseyi kırmamaya çalışarak biriktiriyordum her şeyi ama bugün, bugün herşeyi yerle bir ettim! Herkesi ve her şeyi geçtim, ben kendimi affedemem! Bunca emeği yerle bir eden kendine ihanetlerin en büyüğünü yaşatan bu şuursuzu affedemem!

Sonu belli olmayan bir yoldu işte... Öylece duruyorduk o tünelin girişinde, içeri adım atıp atmama kararsızlığıyla. Annenin temizlediği yerde çamurla yürümek gibi diye düşündüm kızar ama sever de çünkü bilir oyun olduğunu. Bu yüzden o tünele girmekten korkmuyorduk. Karanlıktı ama ürkütücü değildi. Sonu belli değildi ama aynı zamanda bilindik bir hikayeydi. Anlatılışı değişecekti ama hikaye hep 'Onlar birbirini her şeyden daha çok önemsiyor ve seviyor.' olarak biticekti işte. Karanlık bir tüneldi içinde ne vardı bilmiyorduk ama korkmuyorduk da... Sonu belli olmayan bir yoldu işte ve biz öylece duruyorduk...

Tünelin başında öylece beklerken yorgun ve kırgındım. Tünelin sonunda muhtemelen beni bekleyenlere kırgındım ama bunu söyleyemiyecek kadar da yorgundum. Düşünmek yoruyordu. Kırgınlık kırar mıydı insanı ? Bilemiyordum ama kırmaktan korkuyordum. Yorgundum, düşünmekten yorgun... Ve ben de bıraktım düşünmeyi. "Gel" dedi ve ben de gittim. Sürüklenir gibi aktı ayaklarım ve herkesten önce ben girdim tünele. Nereye gidiceğini bilemeyen bir yaprak gibi akışına bıraktım her şeyi. Rüzgar nereye ben oraya dercesine bırakıverdim kendimi zamanın kum tepesine. Seslendim tünele, düşünmeden seslendim. Bir ses beklemeden seslendim. Gelen sesi dinlemeden seslendim. Kırılganlaşan o sesi algılamak için duraksamadan seslendim. Nereye gittiğimi nereye koştuğumu düşünmeden seslendim. Tünelin sonunu düşünmeden seslendim. Büyük bir kahkahayla koydum noktayı. Ben tünele veda seramonisinin son notası sanırken o nokta aslında son darbeydi kişiliğimin yıkılışında...

"Ben bunu nasıl yapabildim ? " diye düşünmenin anlamsızlığında boğuluyorum şimdi. Sol yanımda taşıyamadığım bir yük var sanki...Vicdan desen değil, daha farklı bir acı bu daha ağır bir yük. Sol yanımda bir şey kırıldı ve ciğerlerime batıyor; nefes alamıyorum. Her nefes alışımda beynim zonkluyor 'Nasıl düşünmezsin!' diye. İnsan düşünmekten nasıl vazgeçer ? Ve nasıl aynı kefeye konur farklı kişilikler ? Hele de bunu 'adam' yerine konmamaktan yakınan biri nasıl yapar ? Hayatımın her deminde bir çok anlamsız karar aldım ama hiç bir zaman bu sefer ki kadar 'saçma' olmamıştı. İnsanların farklı hissedebileceğini nasıl düşünemem ? Bildiğin saçmalık...

Biriktirdiğim onca şey yıkıldı. Özellikle de kendime olan güvenim. Her türlü hatayı yapabilirdim. İnsanım sonuçta, hamurum çamur. Ama ama... Hayır, bunu yapmak kendime ihanet etmek gibi. Bunca zaman bana acı verdikleri için 'kötü' dediğim onca insandan biri oldum işte. Hiç bir farkım kalmadı! Ben de bir başkasının duygularını hiçe saydım, ben de bir başkasını kırdım, ben de bir başkasıyla alay ettim. Her ne kadar yaptığım hiç bir şeyi birini kırmak aşağılamak için yapmamış olsamda yine de durumumun affedilir hiç bir yanı yok! En acı verici kısım herhalde tüm bu şerefsizliğimin yanıma kar kalması oldu herhalde. Belki de canım bu yüzden daha fazla acıyor. Haykırsalardı yüzüme şerefsizliğimi cezamı çekmiş olacaktım.Oysa derin bir sessizlik var geriye kalan...

Yaptığını çocukların bile yapmayacağını düşündüğün ve kahrolduğun biranda bir de karşılaştığın olgunlukla ezip büzülüyorsun...Şu an yaşanılan sadece bu! Susup tüm olgunluğuyla hayatından çıkıp giden bir dost... Hem de arkadaşı olmak için bunca çabalamışken biranda herşeyi yıktığını gösteren derin bir sessizlikle...Ve gidişiyle aramızda kalan bir başka dost... Hayatım boyunca hiç sanslı olmadım ben hiç bir zaman bir taşla iki kuş vuramadım ta ki bugüne kadar. Ben böyle şansa küfredeyim!


Özür dileyemem yine de. Çünkü yok bu işin özrü! Mutlu olsun diye beklediğin bir insanın mutlu olduğu zaman mutluluğunu sen elinden alıyorsan özür dileyemezsin. Sevdiğin birinin sevdiğine saygısızlık ediyorsan sevdiğine özür dileyemezsin. Onca zaman güven isterken ilk anda satışa getiriyorsan özür dileyemezsin. Kırgınlığının yorgunluğunun arkasına saklanamazsın. Paylaşamazsın hataları. Eğer bu yaşına gelmiş olmana rağmen neyi dinleyip neyi dinlememen gerektiğini öğrenemediysen özür dileyemezsin. Üzgünüm ama elimde özrüm yok bu yüzden, zaten özür dileyecek yüzüm de kalmadı... Üzgünüm sadece... Yıllarımı kaybetme ihtimaline dolanıp kaldığım için üzgünüm. Özür dilemiyeceksem neden yazıyorum bunları peki? Unutmamak için... Belki geriye bunları hatırlamak için 'değerli' birileri kalmayacak ama belki kalırsa diye...  Yazıyorum çünkü hayatında yaptığın en büyük şerefsizlik nedir dediklerinde yanıt olarak; "Bir dostumu hata yapmaktan alıkoymak yerine hataya sürüklerken yılların dostluğunu hiçe sayarak bir dostu kırdım. Ve bu yetenekle bir dostu kesin kaybederken birini bunun üzüntüsüyle deli edip diğerini de arada bıraktım. Böylece bir taşla üç kuş vurarak dünyanın en yetenekli şerefsizi oldum." cümlesini verebilmek için. 


Özür dilerim dostlarım size layık olamadım!

15 Ekim 2010

Filmekimi'10 Ardından

Saat hızla ilerliyor gecenin içine doğru ve ben açtım müziğimi, 45'liklerden esintilerinden, keyif yapıyorum. İçimde 'yatmam lazım' kaygısı olmadan keyifimi sürüp demlenmeyi özlemişim. Odamı özlemişim, tembellik yapmayı özlemişim. Dolu dolu geçen bir haftanın sonunda güzel bir tembellik iyi gelir hem. Ne garip bir haftaydı...

Bu hafta (8-14 Ekim) Filmekimi haftasıydı. 2 Ekimde biletleri almak için sırada olucağımı söylemiştim zaten daha önce. Atlas Sinemasında 'Aah bilet kalmadı! Vaah bilet kalmadı!' telaşını yaşayarak sinirleriminin gerginlik katsayısını ölçtürdüm önlerden falan da olsa istediğim tüm filmlere aldım biletlerimi. Ve ilk günden son güne kadar da o salon senin bu salon benim film aralarında koşturdum durdum. İçim biraz buruk bitirdim haftamı çünkü filmlerin çoğundan beklediğim hazzı alamadım. Belki bu aralar üzerimde olan huysuzluğumdan öyle oldu belki de harbiden hayal kırıklığıydı bu sefer festival, tam olarak bilemiyorum. Giden diğer insanlara da sormalı bir de. 

10 filmlik seçkimden bahsetmek isterim kısa kısa; 


İnsanlar Ve Tanrılar:  8 Fransız kesiş , Müslüman köylülülerle yan yana huzur içinde yaşamlarını sürdürürken ülke biranda karışır. Gelişen olaylar ve köktencilerin tutumu kesişleri seçim yapmaya zorlar. Gitmek mi, kalmak mı? Empati kurmak... Özellikle de din gibi bir çok insan için tabu olan bir konuda karşındakini anlamaya çalışmak, farklı dinler arasında ortak köprüler keşfetmek; bunları yansıtan bir filmdi. Kalmak ya da gitmek? Bu zor seçimi yaparken şarap ve ekmekle son yemeğin yansıtılması aklımda kalan güzel bir detaydı. Amacın uğruna kendinden geçer misin ? Zor bir soru ve zor bir seçim ama film bunu güzel bir şekilde yansıtmış zevk alarak izledim. 

Şeytanı Gördüm:  Zevk için öldüren bir psikopatla bir gizli ajanın arasındaki kedi fare oyununu anlatan bir intikam filmi. Mideniz kaldırabiliyorsa izleyeceğiniz bir film çünkü bu koreliler 'psikopat'lığın tanımını iyi biliyor. Bol kanlı sahneler ve keyif veren kovalamaca filmi izlenelisi yapıyor. Ama hala düşünüyorum o polisler neden öyle saçma kararlar alıyordu? Ve en önemli sorum bir tek benim kanım mı pıhtılaşıyor? Bu bir kaç garip detayın dışında sevilip izlenebilesi bir filmdi. 
 
Anneme Dokunma: Ultra düşük bütçeli bir yapım. Hayatı boyunca hep kaybeden olan John bir partide seksi Molly'yle tanışır. Güzel bir ilişkiye adım atacaklardır ama Molly'nin oğlu Cyrus savaşmadan teslim olmayı kabul etmez. Tatlı bir mücadele filmi. Yer yer güldüren film fazla zoom yüzünden göz yorsa da düşük bütçesine göre iyi iş çıkardı diyebiliriz. Göz atılabilecek filmler arasında.

Mezara Kadar: Bir Amerikan halk masalının kahramanı olan Felix "Bush"un gerçek yaşam öyküsünden esinlenilmiş. Ormanda tek başına, herkesten uzakta yaşayan Felix'ten tüm halk korkmaktadır. Onlara göre o gözü dönmüş bir katilden başkası değildir. Bir gün Felix kasabaya iner ve kendine cenaze partisi vermek istediğini söyler. Asıl sebebi bulmakta cenaze levazımatçıları Frank ve Buddy'ye kalır. Filmin sonuna kadar huysuz ve komik Felix'in hikayesini öğrenmeye çalışırken tempo hiç düşmüyor. Bill Murray ve Robert Duvall 'in oyunculuğu izlemeye değer. Festivalin en iyi filmlerinden biriydi benim için.


Gümmm: 19 yaşındaki Smith, doğumgünü yaklaşırken garip rüyasının kayıp parçalarını gerçek yaşamından birleştirmeye çalışır. Bir gece partide otlu kurabiye yemesiyle işler daha da sarpa sarar. Kızıl saçlı bir güzelin öldürülmesine ve dünyanın sonunu getirecek bir komploya tanık olur. 2010 Cannes Eşcinsel Palmiye ödülünü almıştır. Tanıtımına aldandığım filmlerden biri oldu diyebilirim. Komik(!) efektleri, izlerken kendini sihirli dünyalar masalları gibi saçma yerlerde görebileceğimiz karakterleriyle (Bknz: suyla eriyen cadı)  nereye bağlanabilir ki bu film diyebileceğiniz absürd bir yapım. Paintte dünya nasıl patlatılır merak ediyorsanız izleyin derim yoksa ödül almış diye izlenecek bir film değil. Çünkü zira bence içinde 'eşcinsel'liğe dair bile iyi bir alt metin yoktu. 

Benim Güzel Oğlum, Ne Yaptın Sen? : Brad antika bir kılıçla annesini öldürdükten sonra 2 kişiyi rehin alır. Dedektif, Bradın nişanlısı ve arkadaşıyla olayı çözmeye çalışır. Bu filmin yapımcılığını David Lynch üstlenmişti ve sanırsam ilgimi de bu çekti. Ve filmin tanıtımı için kullanılan  "kan ve testerenin görülmediği ama acayip bir korku filmi" cümlesi. Ama unutmamam gereken bir şey varmış ki; reklamlar aldatıcıdır. Rehinelerin 2 flamingo olması gibi güzel gülümsetici detaylarının dışında annesini öldürme sebebini yunan mitolojisine bağlaması güzeldi ama filmi kurtarmaya yetmedi. Belki beklentilerimin yüksek olması bana bu izlenimi veriyor olabilir ama daha iyi bir film bekliyordum içeriğe bakarak. 
.
Carlos: İlich Ramirez Sanchez ya da bilinen adıyla Çakal Carlos... Soğuk savaş günlerinin meşum teröristi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nden Japon Kızıl Ordu Fraksiyonu'na 1970'lerle 80'lerin uluslararası terörizm ağının merkezi... Cannes Film Festivali'nde dünya prömiyeri yapılan film, kendi deliliğinin peşi sıra giden uluslararası bir gerillanın öyküsünü anlatıyor. Venezüella'da bir eylemciyken Sudan'da devlet tarafından kayırıldığı mahkûmiyetine, oradan da yolun sonunda Fransız polisine teslim edilişine Çakal Carlos, benzerine zor rastlanır bir çağdaş zaman efsanesi. "Yaşamı hakkındaki bilgilerde halâ karanlık kısımlar bulunduğu, filmin kurmaca gibi izlenmesi gerektiği" uyarısı ile başlıyor film. Çakal Carlos'un yaptığı eylemleri ve yaşamına değinerek yakalanışına kadar getiriyor öyküyü. Yer yer güldüğünüz filmde merak sonuna kadar gidiyor. Yalnız kendi adıma Carlos'u tebrik etmek isterim. Her limanda bir sevgili ve bir olay şeklinde dolu dizgin bir yaşam öyküsü varmış. Festivalin en güzel filmi diyebilirim. Uzun olması biraz dikkat dağınıklığına neden olmuş olabilir ama buna rağmen güzel filmdi. Kesinlikle izlenmeli. 

Mutluyum, Devam Et: Altı NewYorklunun aşk, arkadaşlık ve büyümek ile ilgili hikayesi. Metroda ailesini kaybeden bir çocuğu evine getiren Sam, çocukla zor da olsa samimi olmayı başarır. Yazarlıkta zorlanan Sam'in hayatında fazla arkadaşı da yoktur: Kimseye bağlanamayan Annie, Los Angeles'a taşınmaya karar veren Charlie ile Mary ve bir kabarede şarkı söyleyen Mississippi, tek yakınlarıdır... How I Met Your Mother dizisinden tanıdığımız Ted, Jashor Radnor, bu filmin hem senaristi hem de yönetmeni ve başrol oyuncusu. Başarılı bir işe imza atmış. Her ne kadar Sam karakteri Ted ile çok benzeşse de arkadaşlık hikayesi olarak başarılı bir film. Özellikle Annie'nin aradığı eşi bulurken gözlerini kapatıp onun yüreğini çekici bulduğunu anlattığı sahneyi sevdim. Romantik komedileri sevenler için güzel bir film. 

Ateşli Oda:Yılın en kısa gecesinde, Roma'da bir otel odası... İki kadın, ruhlarına işleyecek bir deneyim yaşayacak. Bu erotik gecenin sonunda, sabaha karşı, bu iki kadın ayrılacak ve ülkelerine dönecekler. Baş başa geçirdikleri 12 saat boyunca hayatlarını birbirlerine anlatacak bu iki kadın; kayıp zamanın sürprizleriyle, dört duvar arasında... Ve böylece yeniden özgürlüklerine kavuşacaklar. Filmde fiziksel yaklaşımın dışında ruhsal bir bileşmeyi yoluna sokabilecekler mi onu göstermeye çalışırken mutlu bir akşamın bitiminde mutlu ayrılınabilinir miymiş bunu göstermeye çalışmakta. Tarihi dokuyu olayla bağdaştırmak güzel bir gözlem olurken bence film epey sıkıcıydı. Fiziksel ve ruhsal birlikteliğin peş peşe aynı periyotlar çevresinde gelmesi, devamlı aynı vurguların yapılması sıkıcı olsada Max karakteri filme neşe kattı. 

Aşka Fırsat Ver: Bu filme gidemedim. Ama film hakkından bilgiyi buradan alabilirsiniz. 
11 Ekim 2010

" Doğum Günün Kutlu Olsun Usta" Yeni Çırağın...

Bugün google sayfasını açan herkes bu tasarımla karşılaştı. Özel günleri hatırlatmayı kendine bir amaç edinmiş google amcam, Cahit Arf'ın doğumunun 100. yılı nedeniyle bu tasarıyı kendine uygun görmüştü. Matematikçiler Cahit Arf'ı iyi tanır ama kim bu beybaba derseniz eğer anlatayım. Şimdi elinize cüzdanınızı alıyorsunuz. Aldınız mı? Çıkarın bakalım içinden bir 10 TL. Aldınız mı elinize? Tamam o zaman çevirin arkasını. Ahanda ordaki beybaba o! Ne yaptı bu adam da bu paranın arkasına fotoğrafını bastırdı diyecek olursanız ki ne yapmadı ki... Benim gibi matematik okuyanların en uğraştığı derslerden biri cebirdir(Özellikle de Yıldız Teknik'te okuyanlar için. Saygılar Göksel Hocam! ). Ve bu Ord. Prof. Dr amcamız cebir konusundaki çalışmalarıyla dünyaya ün salmış bir insandır. Öyle ki Arf değişmezi ve Arf halkaları gibi literatürde adıyla anılan çalışmaları ve "Hasse-Arf Teoremi" ile anılan teoremleri matematiğe kazandırmıştır. Yani kısacası öğrenci tabiriyle 'baba' gibi bir dersin temel taşlarını oturtmuş insanlardan biridir. Gurur duyulması gerekir. 

Şimdi ben bunu niye mi anlattım? Evet, biliyorum bir matematikçi olarak çok az bir şekilde kendisinden bahsediyorum. Bunun sebebi belki de içimdeki matematik sevgisini tam olarak doyuramamanın verdiği hayal kırıklığı ama yine de bu insandan bahsetmeden edemem. Çünkü kendisinin matematiğe bakış açısı benim matematiği görüşümle özdeşiyor; "Herkes ölümsüz olduğu alanda çalışmak ister. Ben de matematikte kendimi ölümsüz hissettim..." . Ona göre matematik bir sanattı. Ve bence kendisi iyi bir sanatkardı. Ben de bir çırak olmaya çalışıyorum işte... İyi ki doğmuşsun ustam, sayende cebir anlam kazandı!

Bu Bloga Erişim Mahkeme Kararıyla Engellenmiştir.

-Youtube'dan video izleyelim mi?
-Olmaz, siteye girişim engellendi.
-Tamam o zaman grooveshark'ı açıp müzik dinleyelim.
-Olmaz, o da yasaklandı.
-Olsun canım. E hadi last.fm'i açıp 30 saniyelik preview dinleyelim.
-O da olmaz ki kapatılmış. Sonra ne oldu bilmiyorum.
-E hadi myspace'i açıp amatör müzik çalışmalarını dinleyelim.
-Abicim e o da kapatıldı.
-Hmm. Vimeo'ya girip amatör video çalışmaları izleyelim.
-Duymadın mı? O da yasaklı artık bize.
-Ne yapcaz o zamana? Hadi gel porno sitelerine girip bakınalım!
-Onlar hepten yasak.
-Hay ben... O halde google earth'ten gidemediğimiz yerleri kuşbakışı izleyelim.
-Hayır o da olmaz.
-Ne yapacağız ozaman?
-TTNet video istesine girip video izleyebiliriz yine TTNet'in müzik sitesini ziyaret edebiliriz. İbb şehir kameralarında dolanıp google earth tadı yakalayabiliriz. Hmm porno siteleri yerine de haber sitelerinin galerilerinde takılabiliriz.
-Binali Yıldırım'ın da dediği gibi "Ne işiniz var elalemin sitesinde" kanka!

Ekşi sözlük yazarı deckard 'ın yazısı gün geçtikçe yenilenmek zorunda kalıyor. Bir sabah uyandığımızda sansürün sanal alemden taşıp hayatımızın tam orta yerine geldiğini görüceğiz ve o zaman birileri çıkıp şunu diyecek; 'Ne işi var bizim gibi olmayanların burada?'. İşte o zaman gidecek miyiz? Ya da Ktunnel gibi tüneller kazıp 'Giriyoruz ya kardeşim! Neyin tantanasını sürdürüyorsunuz. Ülkeyi bölmeye gerek yok!' diyerek özgürlüğümüzü(!) yaşamaya devam mı edeceğiz?

 

Yaklaşık bir sene önce Tutulma ismiyle bir kısa film hazırlandı. Amaç sansürün giderek bizi kuklalaştırdığını göstermekti. Düşünün; herkes istediği bilgiyi kendi istedikleri yerden alamasın tek bir yerden almak zorunda kalsın, bir konuya isteyen istediği şekilde yaklaşamasın ve sadece belli kişilerin belli görüş açıları arasına sıkışıp kalsın. Bunun getirisi, giderek daha çok benzeşmek ve tek tip olmak değil mi? Bir fabrikadan çıkmış gibi... Özgürlük denen olgu, bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bitiyor ve bu ince ayarı en adil teraziyle sağlamakla yükümlü devlet sansüre başvururken elinin ayarını artık kaçırıyor. Bu filmin amacı bunu göstermekti ama gelen yorumlar hiç anlaşılmadığını gösterdi. 'Gizli gizli tünellerden giriyoruz sorun değil' diyerek özgür olmayı yeniden adlandıran kişiler, bunu sadece ülke düzenini bozmak olarak algıladı. Haklılar mı? Bunu düşünemiyorum bile! Benim kafam aslında daha başta takıldı.

Doğduğumdan bu yana 14 hükümet dönemi yaşadı bu ülke ve 8 farklı başbakan gördü. Bazılarını net hatırlıyorum, bazılarını hiç. Ama iyi hatırladıklarımda var. Örneğin ben ilkokuldayken severek söylediğim bir tekerleme vardı;

annecim annecim baksana
şampuanım bitti alsana
sus kızım sus kızım çarparım
baban para vermiyor napayım

babacım babacım baksana
şampuanım bitti alsana
sus kızım sus kızım çarparım
patron para vermiyor napayım

patron amca patron amca baksana
şampuanım bitti alsana
sus kızım sus kızım çarparım
Çiler para vermiyor napayım

Çiler abla Çiler abla baksana
şampuanım bitti alsana
sus kızım sus kızım çarparım
Bende de para yok napayım

Şimdi düşünüyorum da günümüz hükümetine göndermeli bir tekerleme söyleniyor mudur okul bahçelerinde? Cem Karaca 'Raptiye rap rap' şarkısında Demirel'e yüksek sesle inceden gönderme yaparken neden şimdi sansür yüzünden şarkıların sesi cılız çıkar oldu? Erbakan'ı şekilden şekle sokan karikatüristler ceza almazken penguen neden son hükümet için yayınladığı karikatür yüzünden tazminant ödedi? Düşünüyorum sansür ne ara bu denli hayatımıza girdi?

Sansür hep yok muydu? Evet, vardı. Adem babamıza elma yasaktı mesela. Dünya yuvarlaktır demek yasaklanmıştı. Bir dönem büyü yapmak yasaktı ve sonuç olarak cadı avı başladı. Devrim yapmak yasaktı. Osmanlıda tütün yasaktı. 1925te 1 Mayıs yasaktı. 1935de İstanbul'da kartopu oynamak yasaktı. 80'lerde sokağa çıkmak yasaktı. Solcu sağcı olmayı bırak demek bile yasaktı. Filmler yasaklanırken kitaplar, şarkılar da sansüre uğradı. Yasaklar hep vardı ama sorun giderek daha artması, giderek daha fazla köşeye sıkıştırması bizi ve bizim giderek daha birbirimize benziyor olmamız. Özellikle de fikirlerini kimseden korkmadan çekinmeden söylediğimizde yanlış anlaşılmıyormuşuz, farklı düşünenler tarafından dayak yemiyormuşuz, farklı düşünüyoruz diye hapse girmiyormuşuz, dışlanmıyormuşuz gibi bu ülkede elimizden muhalefet olma hakkını da alarak bizi bir olmak zorunda bırakıyolar. Bizi yontup biçip kendi şekillerine sokuyolar. Ve bizler susuyoruz. Oysa bundan yaklaşık bir 30 sene evel Devekuşu Kabare 'Yasaklar' oyununda haykırıyordu bunu mavi kelebek oyunuyla ama biz şimdi giderek ilerleyen ülkemizin gerileyen vatandaşları olarak susuyoruz.


Her hafta mahkeme kararlıyla bir yere erişimimiz engelleniyor. Sebepleri ise eleştireye açık değil. Çünkü muhalefet olma hakkımız sansürlendi eleştiremiyoruz. Oysa bilmem ne partinin miletvekilinin bilmem kim hanımla ilişkisini ortaya çıkaran videonun yüklendiği sitenin bu video yüzünden engellenmesini eleştirebilirdim. Vergi konusunun ısıtılıp ısıtılıp önümüze konmasını eleştirebilirdim. Ama en iyisi önce bir bilene sormak...



Sansür uygulanacaksa eğer bu sansüre sansür olmalı! Buradan girip bir harekete katılın ki renk paletimizdeki renkler artsın. Muhalefet olmayı, eleştirmeyi, düşünmeyi ve düşündüğümüzü söyleyebilmeyi başarabilelim.


Not: Sansür hakkında şu yazıyı okumanızı isterim ben çok beğendim.

Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları