29 Kasım 2010

Ciğerim Yandı!

Bir Türk filmi klasiğidir artık onun o merdivenlerinden inen saf köylünün şaşkın bakışlarla sana geldim İstanbul yakarışı. O koca taş binanın her karesi ayrı bir anı saklar o gar hikayelerinden. Haydarpaşa bir tarihtir kısaca...

Ve bu gün o tarih yandı. Haydarpaşa alevler içerisinde kaldı. İnsanın içi burkuluyor. Resmen İstanbul'un kapılarından birini kaybetmiş gibi hissettim duyduğumda haberi. Sanki artık kimse gelemiyecekti İstanbul'a ve inemeyecekti o merdivenlerden. Tüm filmler anlamını yitirdi biran için gözümde. Bir tarih nasıl yanardı? Ne sebeple? 

Bir tarih yandı bugün kimse engel olamadan. Sebebi kesin değildi katili meçhul cinayetler gibi. Sadece bir çalışmanın varlığı vardı meydanda ama düşünmekten çıldıracağım; "Nasıl bir çalışmadır ki bu çatıda yangına sebep olur?". Bir tarihin yanmasına sebep olabilecek bir ihmalkarlık nasıl yapılabilir ki arkadaşım? Bu yemek yakmaya benzemiyor ki! "Ay pardon dibi tuttu." diyesin, tarih ulan bu! 


Dolanan sözlere kulaklarımı tıkamak istiyorum. Düşünmek istemiyorum bu olayı. Aklıma 'otel' lafını getirmek istemiyorum. Aklıma tadilat yapılacak diye kapatılan Emek sinemasının 'alışveriş merkezi' için yıkılmaya bırakıldığı zamanki oyunbazlıkları getirmek istemiyorum çünkü şüphelenmek istemiyorum. Otel dikmek için bir tarihin yıkılması fikri midemi bulandırıyor ve bu yüzden gerçek olmamalı, olamaz. Yüreğim bunu düşünmeye el vermiyor. O yüzden şimdilik susmayı tercih ediyorum. İçimde biriktirip çığlıklarımı, kızgınlıklarımı yeri geldiğinde kusmak için susuyorum. 


Tren sevdalısı biri olarak öküzlüğümü tescillediğim Haydarpaşa Garı benim için özeldir, önemlidir. Binadan öte, tarihten öte... Bana çağrıştırdıklarıyla apayayrı bir yerde yüreğimde. Umarım en kısa zamanda bu yangın izleri de onarılır. Haydarpaşam eski güzel edalı havasına kavuşur...
23 Kasım 2010

Rüyalarımın Erkeği

Hangimiz odamızın duvarlarına poster asmadık ki? Odası olmayanların içinde hiç mi ukte kalmadı bu eylem? Tipik bir gençlik alışkanlığı hatta alışkanlıktan öte genç olmak için bir kanun gibiydi mübarek. Sanki biri çıkıp 'Hani, duvarda poster yok. Bi s..tir git yahu' diyecekti ve bizi ilelebet bebeliğe mahkum edecekti. Herkes beğendiği, platonik aşık olduğu, idol aldığı, sevdiği kişilerin posterlerini asıyordu duvara hem de annelerimizin 'Duvarın içine ettin de bilmem ne de ...'  şeklinde uzayarak bütün bir ömür sürecek dırdırını göze alarak. Onlarla sabah akşam birlikte yaşama fikri mi bu kadar cazipti yoksa -en azından benim gençliğe geçiş dönemimde- pop müzik patladığı için gazetelerin verdiği onca posterle bir şey yapamayacağımızı anladığımız için mi asıyorduk duvara bilemiyorum ama hepimizin duvarlarını birileri süsledi.

Milletin duvarlarında, özellikle kız arkadaşlarımın, boydan boya Tarkan, Burak Kut, Çelik, Mustafa Sandal posterleri vardı. Daha sonra ingilizcenin sökülmesi ile birlikte duvalarımızdaki 90'lar ruhu yerini yabancılara bıraktı. Ben de bu akının bir neferiydim ama sorun şuydu ki benim duvarımda tek bir poster vardı ve ev değiştirene kadar o posterden başka bir poster de asmadım. Kimin posteriydi derseniz... O zamanlar platonik aşk beslediğim ve aşırı karizma bulduğum için ağzı açık ayran budalası gibi izlediğim kahraman Fredyy Krueger'ındı o poster.

 

Korku, çocukluğun vazgeçilmez yapı taşı. Altımıza sıçıcak konuma gelsek de izlemekten vazgeçemediğimiz filmler olmadı mı hiç? Ben mesela Chucky'den öyle böyle tırsmıyordum ama Freddy benim kahramanımdı. Aşık olabileceğim kadar karizmaydı gözümde. Yanmış suratıyla, eğreti şapkasıyla, yeşil kırmızı çizgili kazağıyla, jilet parmaklarıyla, vıcık vıcık duran vücuduyla ve espritüel konuşmalarıyla sizce de sinema tarihinin en karizmatik ve şebek katillerinden biri değil miydi yahu? Şimdilerde korku filmlerine konu olan uzaylılar, zombiler, vampirler hatta şeytandan bile daha abes belki de daha hayali ama bir o kadar da daha sempatik. Kısaca yaratılmış en karizmatik seri katil. Evet kabul ediyorum şeytan dururken karizmatik olarak Freddy diyorum ama bir de şu açıdan bakın adam tüm kötülüklerin babası olduğundan karizmatik geliyor. Ama Freddy'cim öyle mi? O karizmayı hakkederek kazandı. "Babacığına gel küçük domuzcuk" repliğiyle altımıza yaptırırken aynı zamanda garip bir haz verdi. Yanmış suratında parlayan o mavi gözlerle 'babacık' gibi sevebileceğimiz amcamız, baba yarımız oldu. O sahip olduğu karizmasıyla bir yandan çocukların kabusuyken bir yandan da babacığıydı.

Garip bir kişilikti vesselam. 'Elm Sokağı Kabusu' filmleri bir çok korku filminden daha korkunçtu -en azından çocukluğumuzda- ama akıllarımızda kalmasının sebebi bence daha korkunç olması değil hiç bir korku filminde bulunmayacak bir neşeyi barındırıyor olmasıydı. Normalde seri katil dediğin adam koşmaz, kendini ordan oraya atmaz. Kurbanlar dört nala atlı gibi koşarken seri katil dediğin adam sakin sakin yakalayacağından emin hareket eder. Kurbanını o sessiz ve sakin yürüyüşünün ardından yakalar. Oysa Fredyy öyle mi yapar? Tabi ki de hayır! O bizden biri gibi davranır. Koşar kovalar, kovalarken düşer kalkar yine kovalar. Kovalamanın hakkını verir. Zaten sözünün eridir o. 'Uyu bak sana neler edeceğim' der ve kurbanlarının uykuya dalmalarını bekler, öyle uyutmak için planlar kurmaz. Sağ gösterip sol vurmaz kısaca ben geliyorum der. Yakalanmak istemiyorsan uyumayacaksın aga, şansın var. Sana burda bilinçaltı taktikleri uygulayarak 'İnception' vari kurgularda bulunmuyor herif. Uyuyunca geliyor seni öldürüp işini bitirip gidiyor. Masum bir karakter yani. Tıpkı çocukluğumuz gibi zaten baktığında çocukluğunla ilişkilendirebiliyorsun da onun yapısını. Mesela bir filminde ölüp diğer filminde canlanabiliyor sanki devamlı mario oynuyormuş gibi oluyorsun.

İşte bu yüzden mi nedir 'Elm Sokağı Kabusu' seri filmlerini genelden farklı buluyorum. Israrla işlenen bir toplumsal eşleştiri hakimdi filmlerde. Tüm seri boyunca Freddy kurban olarak seçtiği gençlere baktığında şunu farkediyoruz; hepsinin aileleri çocuklarını dinlemeyen tipler, çocuklara saygıları yok ve hiç bir zaman birey gibi davranmıyolar. Cincel açıdan taciz edilen tipler. 'Genciz ulan biz!' düşüncesiyle kendini kaybetmiş gençler hep. Aileleri ile aralarında sağlıklı bir iletişim yok. Kurmaya kalktıklarında zorla uyutuluyolar. Freddy'nin kucağına severek oturtulan çocuklar tek tek ölürken hiç bir aile çocuğunun ölen arkadaşlarını umursamaz. Onlar için önemli olan kendi yapamadıklarını çocuklarının yapmasıdır; derslerde iyi olmaları, manken olmaları vs vs... Bu bastıra bastıra haykırdığı toplumsal eleştiriyle farklı olması dışında eğlenceli bir korku filmi olmasıyla da diğerlerinden farklılaşıyor. Film korku filmi olması yanında -ilk filmi dışında- bir yandan da izleyiciyle dalga geçen bir film. Özellikle de insan algısıyla oynuyor. Mantık örgüsüyle iyi işlenmiş filmler seriyi mükemmel kılıyor. Örneğin kurbanlar bir türlü bitmek bilmeyen zaman paradokslarına yakalanmış buluveriyor kendisini (kırmızı minibüse ulaşmayı beceremeyen çocuklar.). Asla çıkışı olmayan yollar (yukarı doğru inen ya da aşağı çıkan merdivenler), yenmemesi gereken yiyeceklerle öğretilen vejeteryan öğretileri (arkadaşlarının küçük kafaları bulunan pizza) bunlardan bir kaçı. Korku film olmasına rağmen bir çok karede gülebilirsiniz. Freddy de biraz Mask'ı andıran bir espri anlayışı vardır. Okul koridorlarında kaçan kurbanın arkasından "Koridorda koşmak yasak Nancy!"  diyebilir. "Prime time 'a hoşgeldin kaltak", "Her şehirde bir Elm sokağı vardır." vecizelerinin sahibidir. Üstüne bir de yaratıcı cinayetleri de eklenince tadından yenmez bir hal alıyor. Özellikle aynı dönemi paylaştığı diğer katillerin kurbanlarına sadece yok edilmesi gereken bir et parçası gözüyle yaklaşıp diyalogdan uzak katil profili çizmesi ve Freddy 'nin tam bunların tersine diyalog kuran, kurbanlarıyla oyunlar oynayan, hatta espri yaparak eğlenen biri olması bu ayrıcalığı katmerliyor. Düşünün bir kere, hangi katil biranda sizi yatağın içine çekip tüm odayı fışkırttığı kanla boyar ki ya da hangi katil ayaklarınızı kesip damarlarınızı çekerek sizi bir yere asıp sonrada damarları kesip sizin düşüp ölmenizi sağlar?

Tüm bu sebeplerden dolayı Freddy Krueger bir korku filmi karakterinden daha çok popüler kültür ikonu haline dönüştü ve sinemanın en sevilen katilleri arasında yerini aldı- hatta bence ilk sırayı- . Yönetmen ve senaryo yazarı Wes Craven'ın filmin fikrini okuduğu makaleden mi aldığı ( Bu makale Amerika’ya kaçan bir grup Kamboçya’lı mülteciden bahsediliyordu. Mültecilerin çocukları korkunç kabuslar görüyorlardı ve uyumayı reddediyorlardı. Tıbbi tedavilerine başlanan çocuklar uyuduktan kısa süre sonra ölmüşlerdi.) yoksa Clarkson Üniversitesi’ndeki öğrencilerinin yaptığı bir film projesinden mi etkilenerek oluşturduğu kesin değil. Bununla birlikte lisede Freddy  adında bir çocuk tarafından pataklandığı için hoş bir intikam almak adına karakterin ismini böyle belirlemiştir. Seriyi ve karakteri biraz daha iyi incelemek gerekirse:

Serinin filmleri:

1) A Nightmare On Elm Street (1984)
2)A Nightmare On Elm Street 2 Freddy's Revenge (1985)
3)A Nightmare On Elm Street 3 Dream Warriors (1987)
4)A Nightmare On Elm Street 4 The Dream Master (1988)
5)A Nightmare On Elm Street 5 The Dream Child (1989)
6)A Nightmare On Elm Street 6 Freddy's Dead (1991)
7)A Nightmare On Elm Street 7 Wes Cravens New Nightmare (1994)
8)A Nightmare On Elm Street 8 (2010)

Ve karşınızda FREDDY KRUEGER :

Doğum Tarihi:Şubat 1942
Doğum Yeri:Springwood Ohio
Irkı:Beyaz
Cinsiyeti:Erkek
Boyu:1,72
Kilosu:72
Saç Rengi: Ne Saçı?
Göz Rengi:Gri
Cinayet Aleti:Kendisinin yaptığı, ucunda 4 tane bıçak bulunan eldiven.
Belirgin yara izleri: Biraz yüzü yanmış (!)

  
Rahibe olan annesi Amanda Krueger bir gün çalıştığı deliler hastanesinde kule dedikleri bir yerde yüzlerce deli arasında yanlışlıkla kapalı olarak unutulur.Bir kaç gün boyunca tüm deliler rahibeye tecavüz eder. Bunun ardından hamile kalır fakat babasının kim olduğu belli değildir. Büyüme çağında zorlu bir çocukluk geçirir ve genetik olarak da garip bir yapısı vardır. 18 yaşından sonra lisede hademe olarak çalışmaya başlar ve garsonluk yapan Loretta Johnsonla evlenir hatta bir kız çocuğu bile olur. Ama çocukluğundan beri gösterdiği şiddet içeren davranışları değişmez. Oturduğu Elm sokağındaki çocukları şekerle kandırıp okulun kazan dairesinde yakar. Farkedilip yakalanır ama deli raporu nedeniyle yırtar. Bunun bir haksızlık olduğunu düşünen halk kendileri cezalandırır Freddy'i , diri diri yakarak. Ama ceseti bir türlü bulunamaz. Rivayete göre ateşlerin arasındayken 3 tane şeytani ruh, yani rüya cinleri Freddy'nin ruhuyla anlaşır. Artık başka bir boyutta yaşayacak ve rüyada öldürdüklerinin ruhlarıyla beslenecektir. Zaman intikam zamanıdır Freddy için...

Geri dönüp kendisini diri diri yakan ailelerin çocuklarının rüyasına musallat olur. Ne yazıkki kaçışta yoktur ondan. Eğer bir kez peşinize düştüyse kurtulmanız için hiçbir yol bulamıyacaksınızdır, sizden önceki 35 genç gibi eninde sonunda uykuya dalacaksınız ve o da sizi orada bekliyor olacaktır. Üstelik elini kolunu keserek de durduramazsınız, o bunu zevk için kendisine yapıyor zaten(Kanı yeşil olduğundan kurbanlarını korkutmak için genelde orasını burasını keser bu psikopat herif). Bir çok insanı öldürürken ara ara onu öldürdüğünüzü de düşünüyor olabilirsiniz ama rüyalar onun çöplüğüdür o elbet geri gelir ve öldürmeye devam eder. Taa ki kızı tarafından öldürülene kadar. Bu da serinin sonu olur zaten.

Ve seriye damgasını vuran tekerleme;

1-2 Freddy comes for you
3-4 Close the door
5-6 Grap a crucifix
7-8 Stay up late
9-10 Never sleep again!

 

1-2 Freddy senin için geldi
3-4 Kapını ört
5-6 Hemen al hacını
7-8 Bu gece yeni gececiyiz
9-10 Artık uykuya son!


 



Bu tekerleme tüylerimi diken diken ederdi. O ip atlayan kızlar bence Freddy'den daha korkunçtu. Sanırsam ip atlamayı bilmediğim için de öyle hissediyor olabilirim. Kedi uzanamadığı ete mındar der hesabı. Neyse bu hikayeyi başka zaman anlatırım ama genel olarak diyeceğim şudur ki Freddy Krueger sevilesi bir katildi. Karizma adamın göbek ismi  kesinlikle. Bunu sadece ben demiyorum herkes benimle hem fikir. İşte bu yüzden bir film karakterinden daha çok bir ikon haline geldi. İşte bu yüzden Los Angeles'da 1991 yılında 12 eylül gününü "Freddy Krueger Günü" ilan edilmiş. Ama kırgınım ben rüyalarımın erkeğine çünkü gelmedi hiç rüyalarıma...

Çocukluk aşkım Freddy Krueger'a gelsin; Bekledim de gelmedin....


Not: Küfür içerdiği için üzgünüm. Kendimi anca bu kadar sansürleyebiliyorum :p
18 Kasım 2010

Benim Olucak Fıstık!

Uzun zamandır şımarmıyorum. Hele ki küçük çocuklar gibi bunu istiyorum bunu istiyorum diye tutturmayalı çok uzun zaman oldu ama bugün şımarıyorum arkadaş! Kimse tutamaz beni :) İnternette dolanırken gözüme çarpan, 'bu kesin benim olmalı lan' dediğim şeyleri göstermek istiyorum. Evet, gereksiz bir paylaşım bu sefer ki ama çok güzeller göstermezsem çatlarım:) 


Bu saatten muhakkak yaptırıcam kendime. Ay bunun nesi var şimdi diyebilirsiniz ama benim gibi matematik tutkusu olan adam buna bayılır. Bayılmayanın alnını karışlarım zaten tabiri yerindeyse:) Latife bir yana ne şirin değil mi ? Saat kaç üç faktöriyel şeker :)


Lakabımın 'Penguen' olduğunu bilmeyen yok herhalde artık. ( Hala 'Harbi mi?' diyen varsa bir zahmet yukarı kaldırıp başlığa baksın diyorum daha da bir şey diyemiyorum üzerine:p) Ve bilen bilir pengu olma yolunda emin adımlarla ilerlerken bunları görünce delirdim. Ergen kız çocuğu edasıyla çığlıklar atıp 'istiyorum' diye bağırdım. Tamam bana da inandırıcı gelmedi ne var ama çok tatlı ya....

Yüzük takıntım vardır ama öyle çok fazla kolye ve küpe takmam. Yalnız bu kolye takılmaz mı ya sorarım size. Her küçük kızın çocukluğu bez bebeği ve oyun parkındaki salıncağıdır. Ve bu kolye bana çocukluğumu anımsatıyor resmen... Bir yerlerden bulmalı bu kolyeyi :)

Tartıları üniversite hazırlığından beri pek sevmez oldum. Liseyi kemik üzerinde deri şeklinde bitirmiş biri olarak bir yaz, 1,68lik boyla utanmadan 75 kiloyu taşımaya kalkınca mahalle bakkalında hiç tanımadığım 5 yaşındaki velet "Anne abla hamile mi?" diye beni gösterdi doğal olarak. İşte o an zayıflama kararı aldım ve sanırsam bir o zaman barıştım tartılarla ama şuan yine birbirimizi sevmediğimiz bir vakitten geçiyoruz. Oysa tartım da bana böyle dese sevmem mi onu? Bağrıma basmam mı? Basarım tabi ama işte kadın dilinden anlamıyor benim ki, odun biraz... 

Kararımı verdim kapıya bunlardan yaptırıcam. Ancak bu şekilde annemi evde tutabileceğimi düşünüyorum. Bir anne kızından fazla gezebilir mi ? Söz konusu anne benim annem olunca oluyor ama bence bu caydırıcı bir yöntem olabilir. Düşünmüyor değilim ;)


Son olarak işte bunlar benim olmalı... "Yemek yemek bir sanattır" derim her daim. Tadının yanında görüntüsü ye beni demeli. Şimdi bu kurabiye canavarları sizi davet etmiyor mu? Bu tatlılık size de beni yemezsen çok şey kaybedersin demiyor mu? Tek aç olan ben miyim yahu? Biri bana bu kurabiyelerden yapmalı.... Ne olur.... :)




İstiyorum... Aç gözlülüğüm tuttu yine ama engel olmakta istemiyorum bu sefer. Sadece istiyorum. Bunlar benim olsun ya ne olur ? Ben de o türk filminde ki şişko kötü çocuk Nuri gibi  bağırmak istiyorum; "Benim olucak fıstık! Bincem üstüne vurcam kırbacı, vurcam kırbacı...". Ne olur sanki ?
17 Kasım 2010

"Dün Akşam" Kısa kısa

Bu aralar -yine- depresif havalardan çalar oldum sazımı. İşler çığrından çıkmaya başladığında yazarım. Yazdığımda, yaşadığımı hikayeleştirdiğimde yani,  benim olmuyor sanki o sorunlar. Bir başkasının sorunlarınlarıymışta ben sadece dinliyormuşum gibi olup çıkıyor. Anca o zaman fikirler bulup çözebiliyorum sorunlarımı. Ama bilirsiniz ki her zaman çözüm yolu tıkalıdır. Sanki hayat sadece bizim mutsuz olmamızı istiyormuş gibi... Bu 'saçma' düşünce yüzünden mi bilmiyorum bazen yazamıyorum işte... 

Dün akşam üstad sorunca farkettim bu fikri. 'Canın sıkkın gibi. Neden yazmıyorsun? ' dedi. Neden diye düşündüm ama bir yanıtı yoktu. Uzun zamandır bişiyler yazmak istiyorum diyordum ama yazının başına oturunca cümleler bir türlü bir araya gelmiyordu işte. İnatçı keçiler gibi aynı köprüden geçmemek için direniyordu harfler. Başlayıp yarım kalıyordu tüm yazılarım çözülmemiş sorunlarım gibi. Üstad yine beni bir düşünce fırtınası içine atmıştı. Bu yüzden sevmiyor muydun zaten onunla yaptığım muhabbetleri.  Sanki incesaz'ın sevdiğim bir şarkısında dalıp gitmek gibiydi onunla günü konuşmak.İncesaz demişken 23 Kasım'da ki konser geldi aklıma. Gidilmeli, kaçmamalı bu konser. Bir yerlere not tutulmalı. Canlı canlı dinlenmeli "Mazi kalbimde bir yaradır..." şarkısı. 

Mazi... Gelenlere hoşgeldin demeyi unutuyoruz geçmişimize ağlarken ne garip. Dün unutulmayan bir dosttan selam aldım. Yalnız yeni bir selam şekliydi; 'dürtme' nam-ı diğer 'poke'... Sanal alemin hayatımıza kattığı yenilikler işte. Düşünüyorum da onunla da arkadaşlığım sanaldan başlamış sayılmaz mıydı ?! Kendisi üniversite hazırlık sınıfı arkadaşımdı. Paylaştığımız bir sene içerisinde çok muhabbet ettiğimi hatırlamıyorum. Sonra hayatıma 'facebook' girdi. Ordan başladı mesajlaşmalarımız. Öyle güzeldi ki onunla muhabbet, okul dönüşü heyecanla facebooku açıyordum mesaj geldi mi diye.. Aah aah o heyecan başkaydı. Hayır msn yok muydu ? Vardı.. Ama onunla orda muhabbet etmek başkaydı. O bir seneyi boşa heba etmiş olmama hala yanarım. Bana ilk masalımı yazan kahramanımla şimdiler de sık sık görüşemiyor olsak da biliyorum ki Fömer dediğimde nerde olursa olsun çıkıp gelir ve beni bulur. Dün akşam yine heyecanla ondan selam beklerken ilk defa güzel geliyordu gözüme mazi. Demek ki yıkılıveriyormuş 'saçma' düşünceler, bunu daha iyi anladım. 

Maziyi tatlandıran eski dostluklarmış bir kez daha anladım. Ama daha iyi anladığım bir şey varsa o da 'bir yerden güldüren kader diğer yerden üzer'. Bu aralar sohbet etme şerefine nail olduğum arkadaşlarım iyi bilir ki kadere feci takmış durumdayım. Sorguladığım en önemli şey ise çok iyi ağ ören kader'in başıma ördüğü çoraplardan başka örgü çeşidi bilemiyor oluşu. Yılların kaderisin sen öğrene öğrene bir çorap bir ağ mı örmeyi öğrendin bre dürzü! Kaderin bu umursamazlığını düşündükçe çıldırıyorum. Her şey bana karşı diyen liseli ergenler gibiyim. Farkındayım bu sulugöz halimin ama delirmemek elde değil yahu! Dün akşam mutluydum dostlarım sayesinde ama bir yandan da canım acıyordu dostlarım yüzünden. Bunun sebebi kader değildi de neydi ? Bunca yıllımı paylaştığım, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen dostumdan öte artık kardeşim olmuş insanların belli çıkar sebepleri yüzünden beni ikinci plana atmasının sebebi kader değil mi yani ? Ben bu suçu kadere atmazsam o insanların suratına daha nasıl bakarım? Bir hiç uğruna kaybedişimin faturasını kadere kesmezsem dostluğa inancım kalır mı ki ? Üzgünüm ama tek sorumlu sensin kader... 


Dün akşam söverken kadere böyle düşündüğüm tek bir şey vardı; 'Ben nasıl biriyim?'  Geçenlerde okuduğum o yazıdan etkilendim herhalde. Ben onlarda nasıl biriydim? Bunca zaman onca yaptığım şeyden sonra neden hala güvenilir değildim ya da onca söylediğim şeyden sonra bile hala neden adam yerine konulmuyordum. Neden sohbetlerim benden ya da ondan değil de üçüncü şahıslardan oluyordu? Neden üçüncü şahısların gölgesi altında ezilirken isyan edemiyordum? Çok soru vardı aklımda ama bildiğim tek bir yanıt; "Sakin ol! Her şey geçiyor, hayat mesela..."


Depresif havaların ezgileriyle doluyken odam dün akşam. Yağan yağmura inat doğdu o güneş. Şaşkınlıktı o an hissettiğim sanırsam. Güneşi beklemiyordum o fırtınada. Tadını çıkartmak yerine gözlerim kamaşmasın diye perdeyi çektim. Zaten onca yaşanandan sonra tadını çıkartamazdım da. Bir deyim vardır ya ; 'Ağzınla kuş tutsan nafile' diye. İşte öyle bir haldeyim. Ağzıyla kuş tutsa da benim için içimdekiler öyle gömülü ki derine üzerindeki tozları kımıldatamıyor bile. Oysa geçen şubat hiç yaşanmamış olsaydı her şey farklı olurdu. O hayatıma hiç girmemiş olsa ya da onlar, her şey farklı olurdu ben farklı olurdum. Ben yine herkesin tanıdığı o şapşal olurdum. Ama sonunda büyüdüm. Güneşi görünce sokağa fırlamıyorum artık çünkü biliyorum kışlar yazdan sonra gelir. 


Aaah dün akşam! Hem yağmurluydun hem güneşli. Tek başına oynadın kaderi. Ben ise sessiz sedasız izledim seni öylece. Sen olmasaydın takvimde bugün burda bir bayram yazısı olurdu belki de. Bayram demişken iki çift laf etmeden geçmeyelim... Eski bayramların tadı yok demeye başladık ya daha şimdiden. Yaşlandığımızda bu sıkıcı bayramları bile özliyceğimizi bilmek iyi mi kötü mü kestiremiyorum ama yaşlılığımıza güzel bir anı bırakmak umuduyla iyi bayramlar dilerim hepinize. Keyifli bir bayram olur umarım... 


Sözlerimi bayram tatında bitiriyorum belki ama yine de senden hoşlanmadım dün akşam belirteyim istedim. Adam ol! Büyü ve yarın akşam yine gel adını değiştirip. Sevgilerimle canım öpüyorum... 


 

 
10 Kasım 2010

İyi ki Doğdun Fahriye Teyze !

Bu kutlama yazısını yazmasam gözüm açık giderdi vallahi... 

Bildiğiniz üzere matematik bölüm öğrencisiyim. Zevk işidir, matematik. Yolu yanlışlıkla düşeni yalar yutar. Tutkusu olmalı insanın ki dayanabilsin - bu kendi fikrim en azından - . Bölüm arkadaşlarımda var mesela o tutku. Ayıptır söylemesi bu kadar ineği nasıl bir araya toplamayı becerdiler bilmiyorum. Bu yüzden midir bilmiyorum çok fazla samimi olduğum insan yok ama bir grubum var ki evlere şenlik. Onlarsız bitiremeyebilirdim kesin bir yerde kafamın tası atar 'Gidiyorum ben ulan!' derdim. 

Uzun uzun anlatırım bir ara bu grubu ve yaptığımız delilikleri ama şimdilik birine öncelik vermek istiyorum. Tanıdığım en iyi insan belki de adı gibi Melek bir insan. 46 numaranın daimi ev sahiplerinden olduğu kadar başın sıkıştığında yolunu gösterecek kadar da düşünceli ve aklı başında. Beni her daim kollayan bir melek misali kendisi, o olmasa ne uyanıp sınava gidebilirim ne de notlarımı toplayabilirim. Bana lütuf gibi... 

Bu güzel hediyemin mimarı güzel annelerimizden biri Fahriye Teyzemin bugün doğum günüymüş. Şimdi ben doğum gününü kutlamasam böyle bir evlat yetiştirdiği için bin kez teşekkür etmesem ayıp etmiş olmam mı ?! 

İyi ki doğdun Fahriye Teyzeciğim. Nice mutlu senelere kızın ve sevdiklerinle birlikte... İyi kalpli güzel insan ve benim canım arkadaşım Melek, seni çok seviyorum kuzum bunu sakın unutma ve annenle mutlu güzel ve upuzun bir ömür diliyorum sana... Yalnız ben de olayım arada o ömürde geleyim yanınıza tamam mı ?
5 Kasım 2010

Bu V'yi Unutmak İçin Hiç Bir Sebep Bulamıyorum!

         Remember, remember the Fifth of November,
        The Gunpowder Treason and Plot,
        I know of no reason
        Why the Gunpowder Treason
        Should ever be forgot.
        Guy Fawkes, Guy Fawkes, t'was his intent
        To blow up the King and Parli'ment.
        Three-score barrels of powder below
        To prove old England's overthrow;
        By God's providence he was catch'd (or by God's mercy*)
        With a dark lantern and burning match.
        Hulloa boys, Hulloa boys, let the bells ring.
        Hulloa boys, hulloa boys, God save the King!
        Hip hip hoorah!
        A penny loaf to feed the Pope.
        A farthing o' cheese to choke him.
        A pint of beer to rinse it down.
        A faggot of sticks to burn him.
        Burn him in a tub of tar.
        Burn him like a blazing star.
        Burn his body from his head.
        Then we'll say ol' Pope is dead.
        Hip hip hoorah!
        Hip hip hoorah!


Böyle başlıyordu V For Vendetta filmi. V, kimene göre bir anarşistti kimine göre ise bir kahramandı. Adaleti mi savunuyordu yoksa yaptığı sadece terör estirmek miydi ? Hala bir tartışma konusu. Bazılarına göre gereksiz bir şiddet filminden öte değildi. Bazıları olayın geleceğin Londra'sında geçtiğini söylerken bazıları olayın 1984'ün matrix'i olarak ele alıyordu. V kimine göre kurbanken kimine göre bir katildi. Bu çelişkiler içerisinde film - ya da okuyanlar için çizgi roman - yine de bizi bir yerlerimizden sıkıca kavradı ya da en azından beni etkilemeyi başardı. 


"bu maskenin altında bir yüz var...
ancak benim değil.
ne altındaki kaslardan daha "ben"dir o yüz...
ne de altındaki kemiklerden.
bu maskenin altında
etten daha fazlası var.
bu maskenin altında
bir fikir var!
ve fikirler kurşun geçirmez!.. "


Diyerek can evimden vuruyordu beni. Belki de bu yüzden V'nin kim olduğunu sorgulamıyordum. Kimliği önemsizdi. O sadece bir fikirdi. Bir kan davası vardı ve bir amacı. Hepsi topu topu buydu işte. " Eğer suçluyu arıyorsanız aynaya bakmanız yeterli olacaktır..." denmekte filmde belki de bu yüzden bu kadar farklı şeyler hissettirmekte bize. Herkes kendini görmekte o aynada... 

Bugün 5 Kasım... Saat 12'yi vurmadan bir izleyin derim bu filmi. En azından dans edilmeden yapılan devrimi devrim saymayan V 'nin bu tatlı görüşü için izleyin. Eminim sizi de bir yerlerden çekip vuracaktır! Sizleri filmden güzel bir şarkıyla başbaşa bırakırken bir sonraki 5 Kasım'da V'yi izleyeme bana davet ederim :) Unutmayın ;

But you cannot kiss an idea…
… cannot touch it or hold it.
Ideas do not bleed.
They do not feel pain.
They do not love. 




Not: Bu siteyi de inceleyin zevk alacaksınız !

Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları