22 Ocak 2011

Kahve Tadı

Hayat bir otoyoldan farksız ne yazık ki... Ve sen durmak istediğin an her şey üstüne üstüne gelmeye başlıyor. Neden gelmesin ki? Akıp giden bir düzen içerisinde durdururlar mı seni, nefes aldırırlar mı hiç ! Bilmiyorum, durdum sadece... "Yorgunum! " diye başlayan cümlelerle savunmuyorum kendimi çünkü değilim. Daha dibe batmadım, batmam da! Gidilecek hep bir dipsiz kuyu var ama merdivensiz de çıkmayı başarırız elbet ya da dipsizliğin de dibini görürüz kim bilir. Ben sadece durdum. Durdum ve öylece baktım. Ve işte o an başladı şimdi küfrettiğim her şey. Tüm belirsizlikler, iç sıkıntıları, ruh gerilmeleri, kaçan uykular, sayılmaktan sıkılmayan koyunların satın alımları, devamlı arıza çıkaran sinirler... Küçük umut anları dışında gelecek, kara bulutlarla kaplı. Ve bu manzara karşısında içim, yer değiştiriyormuşçasına rahatsız ve tüm biriken 'kötü' şeyleri kusma isteme dürtüsüyle kaplı bir şekilde çaresiz. 

İçimden kopup ağzıma kadar gelen gerçeğin bu ekşimsi tadı ruhumu buruşturuyor sanki. Canım sıkılıyor! Hayal kırıklıklarının kasvetli havasında nefes almaya çalıştıkça ciğerlerime vicdanın pençeleri zift gibi yapışıyor. Yüreğimin orta yerine bir şeyler oturdu ve ben bu yükle nefes alamıyor gibiyim. Ve ters yüz etmek için kendimi deliriyorum. Söküp atmak istiyorum içimde olup biten ne varsa... 

'Gül' diyorlar ya hani, nasıl ve ne şekilde olacağını söylemeden, umursamadan. Sanki güldüğünde içinde ki her şey sökülüp  atılıyormuş gibi. Oysa gülmek çok kolay. Bir göz kırpması salisesinde bıraktığında tüm düşünceleri insan kahkaha bile atabiliyor. İçtiğin bir kadeh şarabın kırmızılığına verdin mi kendini dudak kıvrımların istemsizce yükseliyor yukarı doğru ama gülümsediğin anlarda içine oturan o şey hala o şey olarak orada kalıyor. Değişmiyor, gitmiyor, kalkmıyor sadece kendini anımsatmak için ufak bir reklam arası veriyor o kadar. 

Özledim... Kahve tadındaki muhabbetlerimde birinin beni anladığını bilmek, birinin benim gibi düşündüğünü fark etmek, anlatmadığın şeylerin bile biri tarafından çözülmüş olması içimdeki o kaosu dindiriyordu. Söküp atılması gereken ne varsa kelimeler tarafından sindiriliyordu. Oysa uzun zamandır gelip 'bir kahve içelim mi?' diyecek biri(!) yoktu. Kaybettiğim onca şeyden biriydi o kahve saatleri de ama sanırsam en çok özlediğimdi. O gün sanki mutsuzluğumu hissedip beni güldürmek için konuşmadan bir şeyler anlatmasından anladım bunu. Kesip atarken her şeyi ona bu denli ihtiyaç duyacağımı bilmiyordum. Onu bu kadar özleyeceğimi... 

Çıkıp gelse bıraktığım o yerden sadece bir kahve içmek için. Ara sıra bana güldüğünü görmek de güç veriyor, konuşmadan anlattıkları da rahatlatıyor beni ama yetmiyor. Ama gelemez... Bir otobüs camının yansımasında görür gibi olduğumda hala içim bir tuhaf olurken gelmesin zaten. Evet ihtiyacım var ona, arkadaşlığına ama ama ama işte... Bir yandan ondan daha iyi kimse beni anlamazken bir yandan da ondan daha iyi kimse kıramaz beni. Ben artık kırılmak istemiyorum, ben dediğim ne varsa onları yıkıp geçen, aldatan, dalga geçen birini istemiyorum yanımda. Bunu diyorum ama hala geri gelsin istiyorum, hala arkadaşlığını istiyorum. Bu gurursuzluğuma sebep olduğu için nefret etmem gerekirken hala çok seviyorum. Aaah ! Zamanı geri alsaydım Daniel'in Holly'e söylediği gibi çıkıp ben de derdim ona ; 

" Sana bir şeyler hissetmeyi planlamamıştım, birden oldu affedersin."


Affeder miydi? Ya peki ben... Şu an tek düşündüğüm yaşlanıp huysuz bir nine olduğumda hala orada tam orta yerinde oturamayacak olduğum. Oysa söz verdiydim, söz verdiydi, sözleşmiştik... 
 


Yarım kaldı, kahve tadı gibi...
18 Ocak 2011

Çal Kemancı Çal !

Düşledikçe o'nu bir şarkı mırıldanırsın ya hani istemsiz... İçinde yer edenleri anlatan bir melodidir dudaklarının arasından süzülen, kimi zaman neşeli olsa da gereksiz yere çoğu zaman hüzünlüdür... Benim ise hicran filmindeki Emel Sayın'ın söylediği o şarkı geliyor, hani yüreğindeki tüm o hüzne rağmen gülümsediği sahnedeki söylediği o şarkı...  

Bu gece onu  düşünmemeliyim, bu gece onu hiç sevmemeliyim!  


Çal kemancı, çal... Neşeli bir şeyler çal! Bu ocak olmayı beceremeyen ocak ayının olmadık bir pazartesi gününde beklenmedik çıkan güneşe eşlik edercesine çal! Ben kar yağsın içim buz tutsun, hissetmeyeyim dedikçe içimdeki her şeyi aleve veren bu kahrolası güneşe arka çık sen de! İçimde yaşananların şiddetinden hala organlarım yer değiştirmediyse daha da belli etmem! Sen neşeli bir şeyler çal içimdeki tüm ölülere, tüm ölü eski sevgililere...

"Hangi sevdanın üstüne yağmur yağsa, biz onu aşk belliyorduk." demişti ya yazar - şair artık her kim ise, hani biz de okuyup başkalarının aşklarını düşlemiştik. Aklımıza kendi aşkçıklarımız gelmemişti. Bir sürü ölü sevda yatıyordu işte bu yüzden içimizdeki bataklıkta -içimdeki bataklıkta- . Aaah bu dünya batamadı gitti, bu atmosfer bir türlü kusamadı bizi. Sevmekten yoksun aşk adamıyız biz, birer sera bitkisi... Oysa eskiden ne güzeldi, çok uzak da değil ilk sevişmelerimiz. Demlene demlene konuşuyor, seviyorduk. Hemen sevişmiyorduk, elma yemek için mevsimini bekliyorduk. Sonra ne oldu bilmiyorum. Belki saflığımızı kaybettik ya da baştan beri bu ilişkinin tek safı bizdik. Birileri bizden önce saflığının acısını çekmişti acı çekme sırası bizdeydi. Bir taç töreni edasıyla devrettiler bize bencilliklerini ve herkes gibi bizlerin de yaşam alanı çift kişilik bir yatağın çevresinden ibaret oldu. Artık sadece yatağa yakışanları seviyorduk yürekler demodeydi. Öpüşürken özlediğimiz aşkın tadı değildi artık zevkimize uyan o ıslaklıktı. 

Aşkı unutmuştuk soran olursa yanıtlarımız hazırdı; " Aşk vahşiydi sevgilim, iki delinin savaşarak tutkuyu bulmasıydı. Ama sen aşık olamayacak kadar kırılgandın!..."  Bu yüzden kavuşmaları değil ayrılıkları bölüştük. Ekmek arası acılarımızla yaşamayı öğrendik. Bir çoğumuz içimizdeki bataklıkla barıştı. Yaralar üzerine sıva çekti. Dış cepheyi süsledi komşulara karşı içerdeki çatlaklıklara inat birilerine deprem olmayı seçti. Ve ağızlarda aynı laf çal kemancı çal, neşeli bir şey çal...

Elbet unuturum zor olsa da diyor ya Emel Sayın, unuturum... Hoşgeldin bile diyebilirim eski sevgililerime ama sen hariç! Hepsini sevdim, belki bir salak gibi hepsine kör kütük aşık da oldum ama sen... Bir tek sen hariç ! İçimde bana ait bir şey bırakmadığın için değil, yalan söylediğin için de değil, peşi sıra bir başkasına koştuğun içinde değil, beni benden daha çok düşünüp benim için bunun daha iyisi olduğuna karar verdiğin için de değil, her gün seni gördükçe duydukça hissettikçe içimde kopan fırtınalara rağmen normal davranmak zorunda kaldığım için de değil... Hiç var olmamışım gibi davrandığın için olmaz! Seni affedemem, sana hoşgeldin diyemem. Görünmez iplerimi daha kesemedim belki de hala sen nereye ben oraya sürükleniyorum. hala deli bir alev kovuruyor yüreğimi ama... Bu gece seni düşünmemeliyim, bu gece seni hiç sevmemeliyim ! 




11 Ocak 2011

Yeşilçam'ın Aşkı

Spor demek bu topraklarda futbol demektir. Ve bir takımı tutmak aşkla eş değerdir. Bir yerde okumuştum 'yasal uyuşturu' diyordu. Bizim futbola bakışımızda tam böyleydi işte. Tutmak için tutanlar, fanatikler hatta ve hatta uyuşturucuyu abartan holiganlar... Neler yok ki...

Ben ise iki kökenden de fanatik Fenerbahçe'li bir ailenin kızıyım. Buna rağmen babamın girdiği iddia üzerine tarafsız bırakılıp istediğim takımı seçmekte özgür kılındım. O yüzden ailenin 'Evlatlık bu ya!' diye takıldığı ailedeki tek farklı takımlı ve fanatik Beşiktaş'lı kuzenimden iyi bir bjk tarihi alıp inönüye maça gitmişimdir. Babam'ın fanatik Galatasaray'lı patronu beni baştan aşağı gs formasıyla donatmıştır. Babam ise fener maçlarını televizyondan izletmiştir. Uzun süre takım seçmekte zorlandım. Bir tek cimbom ilgimi çekmiyordu çünkü kendimi bildim bileli kırmızıyı sevmem. Daha yeni yeni kırmızı bir şeyler almaya başladım kendime o derece yani. İnönüden dolayı mı bilmem ama ilgimi en çok beşiktaş çekiyordu ama o dönemler de en güçlü fener gibiydi. Birinci sınıfa başlayana kadar takım tutmuyordum. Tuttuğun takım sorularına 'milli takım' yanıtını veriyordum. 

Birinci sınıfta sınıf kalabalık olduğundan üçer kişi oturmak zorundaydık. Oturduğum sıra arkadaşlarından biri solak olduğu için mecburi solda diğerinin de ayakları büyük olduğundan kenarda oturmak zorundaydı. Ufak tefek halimle ortada iyicene kayboluyordum. Özellikle de maç muhabbetlerinde. Sıra arkadaşlarımdan Sercan - ki kendisi manevi abim olur- fanatik beşiktaşlı, Didem yani didşkom da fanatik galatasaraylıydı. İkisi de benim kendi takımlarını tutmamı istiyordu. Bir gün canıma tak etti ve ben fenerliyim dedim. Okulda soran olduğunda fenerliyim diyordum ama fenerli gibi de hissetmiyordum. Bir gün Kadıköy'de teyzemlerde otururken çok iyi hatırlıyorum ogün maç vardı. Evdeki tüm erkekler maça konsantre olmuş izliyolar. Kadınlar çay yapıp örgü muhabbetinde. Ben de kuzenlerin arasında gol oldu mu oldu mu diye soruyorum. Bana futbolu anlatmaya çalışıyorlar. Fener gol attıkça evdekilerin bir çoşkusu var ki gittikçe heyecanlanıyorum. Sonunda maç bitti aldık maçı. Eniştem kuzenlerle beni arabaya attığı gibi Şükrü Saraçoğlu Stadının oraya götürdü. İnsan kalabalığının çoşkusu beni orda epey büyülemişti. Bu ilgimi farkeden kuzen bir sonraki hafta beni maça götürdü. Tribüne hayran kaldım. O an kararımı verdiydim; " BEN FENERBAHÇE'LİYDİM!"


Neden fener peki ? Her zaman onun büyüsü bana farklı geliyordu. Bilmem belki de böyle hissetmeme sebep yeşilçamdır. En beğenilen klasik türk filmlerinde muhakkak yer almıştır. Turist Ömer radyoda Lefterli fenerin maçını dinler, Şener Şen'in unutulmaz "Ziya" karakteri jilet satarken "F.Bahçeli Cemil'i örnek verir,  Hababam sınıfının tamamı fenerlidir, Emel Sayın'ı kaçıran hayta tayfanın hepsi fenerlidir, İlyas Salman çatladıkapıspor'dan fenere transfer olur, Kemal Sunal fener formasıyla gol kralı olur, Zeki Alasya-Metin Akpınar'ın fakirhane duvarlarında hep fener posterleri vardır... 

Siyah beyaz filmlere inat sarı lacivert sadece yeşil sahaların jönü olarak kalmamıştır... 

Bir göz atın karelere...

7 Ocak 2011

Unutulmuş Koltuk

"Seni tanıyorum" diye bağırıyor alt yazısı tümcelerinin. Ben beni tanıyamazken daha, hatta ben belki de ben olamazken bu varoluşta, sen nasıl ben oldun ? Sen nasıl her hücremi adın gibi belledin? Ruhumun en mahrem yerlerini nasıl da bir mıh gibi tutabildin yüreğinde ? Bırak beni tanımayı şimdi, sen beni anlıyor musun ondan söz et... 

Neden güldüğümü, ağladığımı, sövdüğümü, sevdiğimi anlayabilir misin ? Hem de ne aklının ne kalbinin süzgecinden geçirmeden, beni kalıplara sığdırmaya çalışmadan tüm ruhunla hissedebilir misin ? Anlamsızlığımdan anlamımı okuyabilir misin ? Sanmıyorum... 

Ne ben değerim ne de böyle bir doğru var hayatta. Bir insanı anlamak, yalan! Eminim ya yorgunsunuzdur ya da geç kalınmıştır yaşanılacaklara. Bir insana ruhundan bakmanın zamanı mı olur ? Olurmuş! Yaralı yürek yaşamaya korkarmış. Dudaktan dökülen kelimelere ne kadar cesursa yürek o kadar titrermiş kafesinde. Ve çırılçıplak bir insanın karşısına çıkmak bir kez yapılacak bir enayilikmiş - hatta belki de bir tek benim yaptığım bir 'enayilik' - ...Ne ben çıkarırım üstümden yalanlarımı ne de sen.. 

Beni tanıyorsan bana da anlat bileyim. Kaybettiğim kendimi bulurum belki böylece. Belki anlattıklarınla çıplak vücuduma kazınan o derin izleri sevebilirim. Belki anlamlarını bilmediğim için sevmiyorumdur kim bilir, bunu öğrenebilirim. Belki bir boka yaradığımı senin cümlelerinde görebilirim. Ya da tam tersi... 

Hadi anlat aynadaki aksimi. O da içim gibi mi ağlıyor, gülerken dışardan da çarptığı duyuluyor mu kalbimin ? Bir masal da sen anlat... Olmadığım bir kahramana bürüneyim. Bana biçtiğin kaba sığmaya çalışırken biraz daha kaybedeyim kendimi. Ve sonra sen odanın ahengini bozduğunu düşündüğün için kapının önüne koy bu koltuğu. Zaman yine akar nasılsa.. Nasılsa biri gelir alır beni kapıdan ve tanıyorum seni der. Ben yine bir tanışıklığa uymaya çalışırken bırakılacağım güne kadar mutlu mesut(!) yaşarım. 

Sen de sadece tanı beni anlama sakın... Anlaşıldığım gün bu kadar sevilmeyeceğim çünkü. En azından tanıdığını sandığın bir masalda kısa da olsa mutlu olayım. Ve bırak anlamayayım seni, tanıdığımı farzedeyim. Çünkü böylesi daha kolay... 

1 Ocak 2011

Yapma...

"Dün gece seni sevdiğimi söyleyecektim, sana ihtiyacım var diyecektim...Nedense sustum..."  diye mırıldanıyordu Candan arka fondan ve benim boğazımda bir düğüm, yutkundukça karışan..

Harflerimin fiyakasını bozdun sen... Ve ben şimdi aynı filme ikinci kez bilet almış bir garip gibi bayatlamış bir hayatı kemiriyorum. Geçmişimden çıkıp gelmiş bir hayalet gibisin. Farklı bir bedene misafirsin belki ama aynı buruklukta tadın... Isırdıkça yüzümün ekşimesi bile aynı ve bana bakışları aslının iki kopyası gibi ayırt edilemez...

Korkuyorum... Aynı hikayeyi baştan tekrar ve tekrar yaşamaya korkuyorum. Sıkışıp kalmaktan, boğulmaktan korkuyorum. Lanet ediyorum memleketinize, sizi doyuran nefesiniz olan ve belki de gerçekte ki tek ortak noktanız olan memleketinize bin bir küfür savuruyorum. Uzak durun benden! Ucu açık cümlelerinizle imalarda bulunmayın bana. Sanki beni önemsiyormuşunuz gibi davranmayın. Anlamayın beni! Bırakın öyle kupkuru kalayım dalımda solayım ama beni sulamayın. Sonra her gün bekler oluyorum, yolunda gözlerimin ferini söndürüyorum... Tanımak için çırpınıyor bu kalbim. Bilmeceleriniz arasında anlamlar yüklemeye çalışıyorum davranışlarınıza. Umutlandıkça umutlanıyor battıkça batıyorum hayatın bataklığına... Kordan bir alevsiniz ve ben canımın acıyacağını düşünmeden sarılmak istiyorum size..Ruhum yanıyor, ruhum kanıyor ama bana 'geçecek' demenizi bekliyorum sessiz çığlıklarımla...

Yaşadım. Ben bu hikayenin baş rolüydüm hem de esas oğlan bir başkasını severken... Kanadım. Hayal kırıklıklarının batmadığı bir yer kalmadı ruhumda. Artık kırılmam ben çünkü kalbimde kırılacak derman kalmadı... Arabesk edebiyatı yapıyorum belki de.. Ne düşünürsen düşün ne hissedersen hisset, umurumda değil! Öğrendiğim gibi sen ve senin gibilerinden, önemimin olmadığı gibi önemi yok bunun da. Hiç var olmamış gibi yaşadık biz Selim Işık'la öyle de yaşamaya devam edeceğimiz arabesk edebiyatımızda... 


Bu sefer biliyorum... Seni tanımak için belirsiz cümlelerinde anlam aramayacam. Ellerini şöyle tuttu, kafasını böyle çevirdi ne demek ki şimdi bu diye düşünmekten uykusuz geçmeyecek gecelerim. Beni sevdiğini söylediğin yerleri ararken alt metinlerde açık açık bağırdığın gerçeklere karşı kör ve sağır olmayacağım bu sefer. Bu sefer istesen de çok kıramayacaksın beni! Ben senin gibi birine bir kez yenildim, bir kez deliler gibi ağladım. Ben kendimi bir kez bu denli kaybettim. Onurumu, güvenimi, benliğimi bir kez hiçe saydım artık geriye bir şey kalmadı. Kalan varsa eğer onları da sana harcayamam... 


Evet, özlüyorum... Ruhumun katilini özlüyorum. Bir gülüşüne her şeyimden vazgeçtiğim o adamı ve onunla yaşadığım basitliği özlüyorum. Bir kahve tadında ki muhabbetlerimizi, iki el tavla oynayışımızı... Ama senle kahve içemem; korkuyorum aynı tadı bulmaktan. Bir daha bırakamamaktan korkuyorum o zarları... Yapma! Kırılmam diye üstüme bu denli gelme! Açık bırakma cümleleri, üşüyorum... Girme düşlerime, yine sevmekten korkuyorum!  Geçmişi anımsattığın için değil yeniden can bulduğun için heyecanlanırım, yapma! Özlemle derim ' anlat derim nasıldı uzaklar..beni unutmadın yaa ' diye, söyletme!


Bırak sana giden tüm yollar kapalı kalsın... Yoksa öleceğim bu sefer! Yapma! 

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli
Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki
Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği
Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini 
Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri
Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…
Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki
İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:
Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

Cemal Süreya

Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları