10 Haziran 2012

Taşlıtarla Minibüsü Mü Abi ?

"Karşımda zülüflü merkep cilvesi yapacağına sayıyla kendine gel bana hanfendi de! Yoksa bir kafa korum suratının ortasına taşlı tarla otobüsüne dönersin!" diye bahsediyordu Çengi Naciye ("Kadın değil baş belası"- 1968), şu eskilerin böbrek taşı dökmek ve erken doğum yapmak isteyenler için önerdiği taşlı tarla minibüslerinden.

Ünü filmlere, kitaplara konu olmuş, hakkında deyimler oluşturulmuş kendi markasını yaratan başka bir minibüs biliyor musunuz? Hatta siz taşlı tarla minibüslerini ne kadar biliyorsunuz? Hemen biliyorum diye atlamayın. O sizin bildiğiniz anadolu yakası minibüslerine benzemez. Hele taksim hattındaki Ford Transitlerle hiç karşılaştırmayın. Avrupa yakasının bıçkın minibüslerinin abisi sayılır o. Askerlik sistemi gibi işte; kendisi dede, diğerleri poşet yanında daha. 

Küçüklüğümden beri yolculuk ettiğim taşlı tarla minibüslerinden bahsetmemek kendime yapacağım büyük bir ayıp olurdu. O halde hadi durağa gidiyoruz. Size minibüs kültüründen ve taşlı tarla minibüslerinden bahsedeceğim güzel bir minibüs yolculuğuna çıkıyoruz... 



Minibüs diyince magiruslar gelir akla hemen- ya da bilebileceğiniz gibi otokarlar. Peki vakt-i zamanında daha az benzin yakan minibüslerin ortaya çıktığını biliyor musunuz ? "Balta burun" denilen taşlı tarla markalı 'Reno'lar. Hangi semtin kendine öz minibüs olur yahu demeyin bizim vardı. Makaslama sistemi kolaylaşsın diye ustalar tarafından el atılan minibüslerin burnu kalktığından ve baltaya benzediğinden bu isim verilmiş ve 1970'lerde bu minibüsler taşlı tarla minibüsleri olarak bilinmiştir. Daha sonra herkesin muhakkak bir yerlerde gördüğü magiruslar geldi -sarı olanları. Bir magirusun geldiğini sesinden anlardınız. "Baaaarrr baaarrr" diye ses çıkartırdı kalkarken ve dururken. Şimdi son moda otokarlar uzay mekiği gibi ses mes kalmadı. 



14 kişi oturma kapasitesine sahip olan bu minibüsler ayakta Allah ne verdiyse hesabı çalışır. Genelde el edip minibüsü durdurduğunuzdan açılan kapıdan bir sürü popo gözükür demek isterdim ama o kapı kapanmaz bile. Spiderman misali kapı direklerine asılmış insanlar vardır o minibüslerin yoğun saatlerinde. Eğer şanslıysanız, ilk duraktan biniyorsanız ve minibüsün ölü saatine denk geldiyseniz rahatlıkla binip oturabilirsiniz. Hadi hadi ne duruyorsunuz binin. Ben en çok ön koltukta oturmayı severim hani şoför yanı, manita koltuğu diye adlandırılan. Bir çok yeşilçam filmine böyle yansımış olsa da aslında orası muavin koltuğudur.Tey tey.. Bir çoğunuz muavinleri bilmezsiniz belki, kalmadı çünkü. Eskiden muavinlik diye bir şey vardı. Arabadan sarkarak bağırırdı nereye gideceğini. Kalabalıksa araç oturmaz, spiderman görevini o üstlenirdi. İyi bir matematikçiydi. Kim para vermedi, kim verdi bilirken tüm paraları toplar sonra para üstlerini kimden ne kadar aldığını unutmadan geri dağıtırdı. Kardeşimin 5 yaşında en çok yapmayı sevdiği şey minibüs nereye giderse gitsin camdan "pazariçi pazariçiiii" diye bağırmaktı. Küçük muavin olarak bilir eskiler onu :). Minibüs şoförlerine "kaptan" demek bu işin kültürüdür ve eskiden kaptanlar muavinlikten gelirdi. Çekirdekten yetiştirme misali. Muavinler 18'den küçük işe alınır. Önce para hesabı öğrenir, yolları öğrenir. Sonra ufaktan minibüs durağında minibüsü kaldırmayı park etmeyi öğrenir. Ehliyeti alınca az daha çalışır sonra kendine bir hatta iş bulurdu. Şimdi ise muavin diye bir kavram kalmadı. Her neyse... Siz oturmuştunuz değil mi ? Hadi minibüsü anlatalım biraz. 


Şöyle bir içeriye göz attığınızda dikkatinizi çekecek bir sürü şey vardır. Minibüslerin ön tarafında ortada motorları vardır. Motor üstüne muhakkak havlu konulur. Nadir de olsa koyun postu da olabilir bu (Bknz: Minibüs içerisinde fantezi yapmak). Bunların üstünde de para kutuları vardır. Bu kutuların arkada büyük kapalı bir gözü onun önünde de açık dört küçük gözü bulunur. Açık gözlere bozuk paralar arka kapalı göze de kağıt paralar konur. Minibüs adabı bozuk para verilmesi beklenir. Bütün para, hele de sabah seferlerinde küfürle karşılanılır. Minibüs kalabalıksa buraya muhakkak bir çocuk yoksa bir abi/amca oturtulup kucağına bu kutu verilir. Motorun hemen oradaki vitesin topuzu bilardo topu şeklindedir genelde. Eski magiruslarda bu vites kolu geridedir. Bu yüzden eski kaptanların sağ kol geride ve kaslıdır. Kol evrimini bu şekilde tamamlamıştır. Bu viteslerin çoğunda sarılmış tespih bulunur. Bu tespihler beyaz kum boncuklardan işleme şeklindedir. Hani şu hapishane kuşu işlemeleri gibi... Bu tespihlerin büyük boyları da dikiz aynasına takılır. Dikiz aynasına takılan süsler minibüs minibüs değişiklik gösterir ama çoğunluğun uyduğu stiller vardır ki bu da 'biz babadan böyle gördük' kaptancılarının terbiyesinden ileri gelir. Bunlardan bazıları ; oyulmuş bir koç boynuzunun içine yerleştirilmiş iki adet yapma kırmızı gül (Bknz: Minibüs içerisinde fantezi yapmak devam ediyor vol1), karınca duası, ufak fan, fanatik kaptanların tuttuğu takımının bayrağı... Dikiz aynasının dışında bir sürü irili ufaklı ayna, ön cama ve köşelerine monte edilmiştir. Amaç, minibüs içi yolcuları kesmektir. Her ne kadar son zamanlarda "Hırsızlıktan mesul değiliz" tarzı yazılarda olsa minibüslerde kaptanlar hala mangal yürekli delikanlılardır ve her şoför koltuğunun altında pırıl pırıl bir levye yatmaktadır. Bu aynaları ben çok severdim küçükken. Hatta ufak bir koleksiyonum bile var. 3-4 yaşları arasında her minibüs yolculuğumda saldırdığım her aynayı kendime zoraki hediye ettirerek ulaştım bu koleksiyona. Bana kıyamazdı kaptan bey amcalarım :) Bunların dışında araçların önünde ufak eski model arabaların monteleri meşhurdur ki, beni benden almaktadır o cadillac'lar. Ön cam kenarı yapma sarmaşıklar vardır bir de. Kaptanın ormantik kişiliğini ortaya koyar bu süsler. Yine ön tarafta bir sürü ülke bayrağı çıkartması vardır, hepimiz kardeşiz hesabı ama sorsan sayamazlar o ayrı.  Minibüsün içinden bakınca en sağda, dışından tam karşıdan bakınca da en solda aracın nereye gittiğini gösteren levhalar vardır. Bu levhalar iki taraflıdır. Çünkü taşlıdan bir Aksaray' a hat vardır bir de Topkapı' ya. Bir yüzünde aksaray yazar diğerinde de topkapı. Üstte bozuk bir saat vardır. Doğru vakti gösteren saati kullanan, minibüsçü olamaz diye bir kural olduğundan korkuyorum. Saatin oraya sıkıştırılmış bir tarife levhası vardır. En düşük tutar 'indi-bindi'dir. Anlam veremediğim önce binmek sonra inmek gerekir ama kaptanlar olaya inmek için binmek gözüyle baktığından indi bindi derler. Yolcu kapısını açan düğme bilardo topu şeklindeki vitesler gibi devşirmedir. Ben kalplisini de gördüm o yüzden daha yorum yapmak istemiyorum ama genelde nazar boncuğu ve 1 TL şeklindedir. O kalp neydi hacı diye isyan edesim geldi yine. 

Yolcu kapısı dışında açılan başka kapı yoktur. Yan kapılar iptaldir. Özellikle de muavin tarafı. İnen olmasın diye kapı kolu çıkartılır. Hatta o tarafın camı da bozuk olur ve bu bozuk camları hep tornavidayla sıkıştırarak açık tutarlar. Arka taraftaki minibüs camları zaten hiç açılmaz. Açılabilmesi için kas gereklidir.  Emniyet kemerinin oraya kaptan muhakkak ceket asar çünkü o kemerin başka kullanım alanı yoktur onun için. Kaptan koltuğu afillidir ama "Padişahım senden büyük Allah var" felsefesi gereği bu karizmayı bozacak şekilde koltuk kafasına geçirilmiş kılıfta muhakkak bir reklam olur. Bu reklam ya murat veya tasarının açık öğretim reklamıdır ya da pimaç aç lavabo açıcı reklamıdır.  Muavin koltuğunun arkasında da indi bindi fiyatı ile öğrenci 1TL yazısı bulunur. Liseye kadar olan bütün öğrenciler veli nimettir. Okusunlar istenir ama üniformasız çocukların 'bir öğrenci' diye para uzatmasına da bir kaşı kalkık ters ters bakar, kaptanlar. Eski minibüsçülerle yenileri ayırmanın yolu kaptan koltuğunun sol tarafındaki camın üstüne konulan  minibüs önü fotoğrafıdır. Eğer minibüs önü fotoğrafını çekip koymuşsa eski tayfadandır. Yalnız eski ya da yeni fark etmeden bir minibüste var olan tek şey mor ışık lambalarıdır. Genelde kerhane lambası diye tabir edilen bu lambalar gece yolculuğunu başka bir fanteziye taşır( Bknz: Minibüs içerisinde fantezi yapmak devam ediyor vol2). Minibüsün arka tarafı ise ya yenge tarafından örülmüş dantel perdeyle kapalıdır ya da katlanır perdeyle. Minibüs arkası yazılar meşhurdur. Hatta kamyon arkası yazıların minibüs arkasına ilk taşınmasını taşlı tarla minibüsçülerinin çıkarttığı konuşulur. Ne kadar doğrudur açıkçası bir fikrim yok ama kendileri bulmuş gibi orijinal laflar vardır. Ee artık minibüsü tümden tanıdığınıza göre artık adabına ve işleyişine geçebiliriz. O zaman son durağa bir kişi uzatalım efendim. Yolculuğumuz başlıyor. 


Minibüs Adabı Ve İşleyişi:

Minibüs kendine has kültürü olan bir oluşumdur. O yüzden bazı adap kuralları ve işleyiş adımları saçmadır ama yine de yıkılmaz bir oluşumdur. Bu oluşum her semte göre farklılıklar gösterse de - aynı yöresel farklılıklar gibi- genellikle aynıdır.  O yüzden yok öyle bir şey demeyin. Anlattıklarımın hepsi taşlı tarla minibüsün tarihinde yer almıştır! 

Taşlı tarla minibüsleri Aksaray ve Topkapı güzergahına sahiptir. Otogar ve bayrampaşa ayağı da vardır ama o oluşum yenidir. Beşyüz evlerden kalkan kuzen minibüslere hiç değinmiyorum. Burada o bahsettiğim eski toprak dedelerden söz edeceğim. İki güzergaha sahiptir vesselam. Ve minibüsler bu güzergahları iki renkle belirler; aksaray yeşil, topkapı mavi. Uzaktan gelen minibüsün nereye gittiğini öndeki yazıdan okuyamasa bile bir yolcu minibüsün tepesindeki şapkanın renginden yırt edebilir. Hat değiştiren minibüsler muhakkak şapkayı da değiştirir.  Bu gidiş ayağıydı. Dönüş de ise taşlı tarladan sonra yıldız tabya ve pazariçi olmak üzere iki güzergaha devam eder minibüsler. Bunu ayırmak için de el işareti vardır. Yaklaşan minibüsün yazısını okuyamıyorsan- ki akşamları pek okunmaz- işaret parmağı açık diğer parmaklar yumru şeklinde yol tarafını işaret edip sallıyorsan yıldız tabya/kahvelere gider mi diye soruyorsun demektir ki yanıt evetse minibüs yavaşlar yoksa kaptan kafayı sallar. Eğer aynı şekilde ama senden yana yani kaldırıma doğru sallıyorsan pazariçiye gider mi diye soruyorsun demektir. Minibüse bindiysen sağ salim başka kurallar karşılar seni. Eğer oturulacak yerlerde boşluk varsa ayakta duramazsın. Ayakta yolcu minibüsü dolu gösterir ve kaptan şiddetle uyarır. Minibüse bindiğin gibi parayı vermelisin. Parayı ya ayaktayken verip oturursun ya da önden arkaya uzatma yoluyla parayı kaptana gönderirsin. Parayı uzatırken " Şuradan bir taşlı uzatır mısın?" gibi kişi ve yer belirtisi kullanmalı ve parayı senden devralan kişi de aynı şeyi bir öndekine söyleyerek kulaktan kulağa misyonunu gerçekleştirmeli. Bu misyon gerçekleşmezse kaptan sık sık hatırlatır; "Arkadan vermeyen var mı?". Bunu gerçekten duymak istiyor musun yani ? 


Kaptan hatırlatıcılar gibidir. Sık sık uyarır; "Ablacığım çocukları kucağa alalım lütfen!" , "Kapı önünde durmayalım, öne gelelim lütfen!", "Parasının üstünü alamayan var mı?" vs. Senin de arada uyarman gereken zamanlar olur. Eğer bir yolcu minibüse yetişmeye çalışıyorsa "Ağır ol kaptan!" demek senin görevindir. Bir de ineceğin yeri söylemek ki bunu da "Müsait bir yerde inecek var!" diye bağırarak da yaparsın "Müsait bir yerde sallasana kaptan" diyerek te. Minibüsün belli başlı durakları olsa da müsait bir yerde- ki genelde kendi müsait gördükleri yerde seni indirebilirler. Minibüs adaplarından biri olarak eğer senden önce biri inmişse ve sen de buraya yakın bir yerde inmek istiyorsan orada inmeli minibüsü iki adım sonra durdurmamalısındır. Kaptanın durma mesafesini düşünerek müsait bir yer diye uyarmalısın. Kaptanlar da yaşlı veya "bağyan"sa hemen indirmeye dikkat etmelidir. Minibüs adabıdır neticede. 


Minibüs kültürünün başlı başına incelenmesi gereken bir ayağı müzikleridir. Kasetin daha lider olduğu vakitlerde Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve İbrahim Tatlıses 'baba' kıvamında dinlenirdi. Şimdilerde de arabesk kültürü geniş olsa da yeni muavinlerin metalci ya da rockçı olması beni mutlu etmiyor değil. Bir de radyocu kesim var. Ne çalarsa ondan devam modunda. Bir de yol boyunca kuran dinleyenler var. Cenabet binerseniz bittiniz! Müzik stilleri farklı olsa da şehitlikten geçerken(Edirnekapı tarafları) herkes müziği kapatır. Edirnekapı' dan ayrılınca tekrar geri açılır. Ölülere saygı sonsuzdur. Kafa ne kadar dolu olursa olsun bu unutulmaz. Ezkeza ezan okunduğunda da kapatılır o teyip. 


Minibüslerin yatma yerleri vardır. Bu yerlerin çoğunda ve ana duraklarda kahyalar bulunur. Bu arada yatma demek  belirlenen bir yerde durup yolcu beklemek demektir. Her minibüsün yatma yeri değişir. Topkapılar ayrı aksaraylar ayrı yerde yatar. Kimse kendi yatma bölgesi dışındaki bir yatma yerinden yolcu alamaz, adaba aykırıdır. Ana duraktan peş peşe iki araç çıkıyorsa öndeki hızlı giderken arkadaki yatar. Bunun dışında normal süreçte hareket ediyorsa minibüsler belirlenen süre kadar yatar ceplerde. Ana yatış yerleri yani kahyaların bekledikleri yerler dışındaki yatış alanlarını es geçebilir ama ana yerlerde beklemek zorundadır. Bekleme süreleri GAMYAD tarafından belirlenmiştir. O yüzden son zamanlarda her minibüste kronometre görmek mümkündür. Kahyalara gelecek olursak, onlar yatma yerlerinde bekleyen görevlilerdir. Belli bir geçiş aralıklarıyla minibüsçülerden para alır. Muavinliği orda o yapar. Minibüsün ne zaman kalkıp kalkmayacağına o karar verir. Vakti olmasına rağmen bir minibüse kalk diyorsa o minibüs kalkmak zorundadır yoksa bağlanır. Kısacası "Ağanın pokunun üstüne pok olmaz!" felsefesi vardır. Minibüsün bağlanması ise belirlenen bir sürede minibüsün çalışmaması demektir. Eğer bir minibüsçüden şikayetçiyseniz ya gamyad'a başvuracaksınız ya da kahyalardan birine söyleyeceksiniz. Gereken yapılır. Harbi yapılır, şaşırtıcıdır. Benim en çok sevdiğim kahya Edirnekapı metrobüs durağının orda topkapı minibüslerinin yattığı yerde akşamcı kahyadır. Esprilidir, hal hatır sorar. Görmeyince merak eder. Yerler o amcamı :). 


Minibüs bağlamak falan dedim. Hangi minibüs bağlanacak falan nasıl bilinir yani minibüslerin kimlikleri nasıl belirlenir derseniz. Evet çoğunlukla plakalardan bilinir ama eskiler hala lakapla bilinir.Küçüklüğümün kaptanlarının lakaplarını hala unutmam. Bazıları hala görevde ama çoğu bıraktı ne yazık ki. Benim sevdiklerim; Pala, Piç Yılmaz, Laz Sami, Tek bağırsak Hüseyin, Marka Osman'dı. Evet evet doğru okudun tek bağırsak Hüseyin. Neden öyle diyorlardı bilmem ama böyle yaratıcı bir sürü de lakap vardı. Çünkü kaptanların hepsi birer manyaktı. Zaten minibüs şoförü olmak için azıcık manyak olmak da gerekir. Yoksa onca yaşadığım olaya bir anlam yükleyemem. Örneğin hareket halindeki bir minibüste şoför değiştirilebilir. Şaşırma! Balkondaki bir adama ya da yol kenarındaki bir ağaca korna çalabilir kaptan geliyor musun diye. Şaşırma! Önüne geçti diye bir başka minibüse kızdıysa kaptan onu yakalayacağım diye seni indirmeyebilir. Yine şaşırma! Hele bir de yolcusu az diye durağa gitmekten vazgeçen şoförün inin arkadaki minibüse binin demesi var ki. Şaşırmayı bırak bindiğin yeni minibüste mülteci muamelesi göreceksin eğer yadırgarsan bile çok büyük ayıp etmiş olursun. Minibüs adabı mı dersin işleyişi mi bilmem ama böyle gider bu süreç. Bazen tabakhaneye bok yetiştirecekmiş gibi giden minibüsleri bazen kaplumbağa bile geçer. Her adresi bilirler, eyvallah. En yoğun trafikten bile kaçmanın bir yolunu bulurlar ona da eyvallah ama giderler gelecek misin diye yolda her yolcuğa korna çalıp sebepsiz bir de meşgul etti diye küfrederler. Değişiktirler, anlam verilmez. 


Eski muavin bir babanın kızı olarak felsefesini sevsem de minibüslerin seyahati işkence kabul ediyorum. Ama yine de yeşilçama bile damgasını vurmuş taşlı tarla minibüslerini bilmek ayrı bir keyif. İster "Trışkadan nağmeler Yıldıztabya kahveler"e gidecek ol ister "pazariçi piyerloti" olsun son durağın fark etmez. Ayrıcalıktır taşlı tarla minibüsü yolcusu olmak iyisiyle de kötüsüyle de. 


Geldik beyler! Son durak!




5 Haziran 2012

Battık Amiral'im

"Amiral battı" , en son ortaokulda oynamıştım sanırsam. Kareli metod defterin arkasına çizilen kareler ve "karavana!" demek için sabırsızlıkla beklenen anlar... Hiç iyi oynayamamışımdır bu oyunu. Hemen belli ederdim gemiyi nereye sakladığımı. Kuzenim ne zaman "A... " diye lafa başlasa içimden o kadar sayıklardım ki " A-3 demesin noluur!" diye hep cümle o demesin dediğim şekilde biterdi. Bir bir batardı gemilerim. Korumaya çalıştıkça batmalarına ben sebep olurdum. O kadar yakın tutardım ki onları birini açığa çıkardı mı karşı taraf hepsi çorap söküğü gibi gelirdi peşi sıra. Hiç iyi oynayamadım bu oyunu... 

Neyi iyi oynadım ki ? Hele konu saklamak üzerineyse.. Ne zaman bir şeyi saklayabildim ki kendimle ilgili ? Ayna gibi yansıttı yüzüm içimde kopan fırtınaları. Sadece insanlar anlamak istemediği için anlamadılar yoksa ben hep anlattım üzüldüğümü de sevindiğimi de kızdığımı da... Bir kere hedefe girdim mi çorap söküğü gibi geleceğini bildiğimden indiriverdim gardımı. Bir kere hedefe girdim mi hemen suratım düşüverdi ruhum gibi...

Düşünüyorum da en son gardımı hıdrelezde indirdim. O gün ağacının altına insanlar dilediği evlerin arabaların sevgililerin resimlerini bırakırken ben bir cümle bıraktım; "Daha anlaşılabilir bir hayatım olsun. Çünkü belki insan sevilmekten daha çok anlaşılmayı istiyordur...". O gün hiç istemediğim kadar anlaşılmak istedim. "Suratıma baksana be adam! Suratım asık! Sence şuan mutlu muyum ? Canımı acıtıyorsun. Beni kızdırıyorsun..." diye bağırmak istedim. Tanımadığı(n)m ve belki de hiç tanımayacağı(n)m insanlarla dalga geçme(ni)yi sevmiyorum. Ve bu her gerçekleştiğinde asıyorum suratımı. Biri de çıkıp bu kız ne zaman asıyor suratını desin istiyorum. Bana sen ayrısın değerlisin diyenlerin, bundan sonra hayatımda ol istiyorum diyenlerin bunları demekten ötesine geçsinler istiyorum, düşünsünler istiyorum. Beni düşünsünler. Biraz bana dikkat etsinler istiyorum. Bu oyun böyle oynanmaz mıydı yoksa ? Dikkat gerekli değil miydi ? 

Bu oyunu oynamayı beceremiyorum. Yoksa mantığını mı anlamadım ? Amacımız amirali korumak değil miydi ? Batmamak yani... Bir yandan da karşıyı batırmak. Batıramıyorum işte! Karavanaya gidiyor bilerek ve isteyerek. Elimde olmadan bir kez vurmuşsam onu. Bir kez kırmışsam yani. Sebebi neydi demek ? Dalgın mıydı, kırgın mıydı yoksa artık savaşmak mı derdi demek... İşte bunların sorulmasını bekliyorum çünkü ben her vurulduğumda soruyorum. Saçma denilen trip denilen boşuna surat asmak denilen eylemleri sadece kırıldığım için yapmama rağmen yine de soruyorum kendime kırılmaya hakkım var mıydı ? Sonra kendi kendime ikna oluyorum. Aslında o vurmak istememiştir beni. A-3 dememiştir. Dediyse bile yanlışlıkla, birazdan karavana dememi sağlayacak... Ama olmuyor. Bir darbe daha alıyorum. Nereye gittiği hesaplanmayan laflar tarafından ağır yaralı düşerken cephemde bir de lafların önüne kendimi atmaktan yargılanıyorum cephe gerisinde. Oysa ben idam sehpasında beklerken sonumu ceza bana dolaylı kökümden soyumdan geliyor, susuyorum. Her ısırılışı sineye çekiliyorum ve bundan ötürü ben suçlu gösteriliyorum Hannibal'mışım gibi. Peş peşe darbeler alıyorum ama soruyorum kırılmaya hakkım var mı ? Artık yok diyemiyorum ne yazık ki... Kırılıyorum, batıyorum.

Hızla batıyorum hem de... Ne sevgim kaldı, ne güvenim, tüm cephanem bitti. Savunamıyorum artık kendimi. Yosunla sarılmış gibi dört yanım dibe doğru çekiliyorum. Batıyorum.. Batıyorum amiralim, dur diyin! Fare yürekli amiralim benim, gemi batıyor ama içerisindesiniz.. Ne ironik! 

Zaten hiç beceremedim şu oyunu oynamayı...

 Battık Amiralim, fena battık! 





Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları