22 Haziran 2010

Eller Yukarı, Mimlendiniz!!!

Bir sabah mesaj kutuma baktım ve benay'dan bir mesaj geldiğini gördüm. Mimlendin diyordu. "O ne ola ki laa ya bu" şeklinde deyim yerindeyse cahil cahil onu bunu çözmeye çalıştığım blog aleminde, daha hiç bir şeyi bilmiyorken bir de mimlenmiştim. Başa gelen çekilir. Hiç bir şeyden geri kalmam beni bilen bilir. Bilmesem de o ne diye atlarım melaklı melahat gibi.O ne güzel karakterdi. Ah 'Mahallenin Muhtarları'nı özledim. Neyse maziye dalıp konudan sapmayayım ve mimlendiğim kelimeleri açıklayayım;

Felsefem: Felsefe hayattaki amacınsa eğer, benim felsefem de(hayata geliş nedenim) cehennemde zenci olucak kıvamda yaşayıp cennetin "arap bacı" kadrosunu tamamlamak.
Hayat: Malt'ın son albümündeki önemsiz şarkısından bir alıntı yaparsam eğer tanıma cuk oturur; "Alıştıkça, yaşadıkça / Önemsiz gibi geliyor"...
Çocukluk: Hayatımdaki en çok anlam içerek kelime
Güneş: "Toprak, güneş ve ben... /Bahtiyarım..."şiiri geldi biran için aklıma. Evet toprak, güneş ve Nazım Hikmet 'le ben de bahtiyarım.
Gözler: Gözler yalan söylemez derler ama günümüzde her türlü organla yalan söylemeyi yetenek haline getirdik. Artık gözlere de inanmıyorum.
Yıldızlar: Sadece bir taş parçası mı ? Güzel bir hatun olamaz mı ? Tamam tamam "Stardust" ı yeni izledim. Vakit kaybetmeden hırgızlık yapam dedim ne var? O değil de Robert de Niro 'nun kıyafeti ne güzeldi öyle. Ben de istiyorum o pempe tüylü yelpazeden. İstiyorum banane banane...
Güzellik: Ben de yok hacı ben bilmem!
Sevgi: "Bizi sevip sevip, bizi canlarından çok sevip, bizi unutamayacağımız kadar sevip, hayatın ortasına, "biz"in dışındaki "el"lerin kucağına, hayatın tam bokuna, "kim alırsa alsın bana ne" diyerek küt diye bırakıp gidiyorlardı. ve bundan hiç rahatsız olmuyorlardı." Sevgi de böylece aşk gibi sadece ağızlara sakız olmuş bir kelimeden öteye geçemeyen bir olgu olarak yerleşiyor hayatımıza. Deli gibi seviyoruz diyip deli gibi terkediyoruz.
Aşk: Can Baba'nın(Yücel) deyimiyle küfretme özgürlüğümü kullanmak istiyorum bu kelimede ; B.S.G !
Müzik: 45'likler, yeşilçam, 90'lar... Antika oluşum geliyor aklıma.
Dost: Senle sana üzülüp senin için sevinen biri, annenden sonra derdini dert edinen yegane insan..
Para: Kim aldı tüm haklarını bunun ya? Biz de insanız. Az paylaşımcı olalım gençler!
Zaman: En büyük ilaç diyolar ama yarayı asıl açanın o olduğunu ne çabuk unutuyolar ?!
Kadınlar: Dedikodu var galiba?
Savaş: Tükenmeyen isyan ve son başvurulması gerekilen ilk başvuru yöntemi
Ağlamak: "Ağlamak için gözden yaş mı akmalı, dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı? "
Deniz:
Mavi huzur
Ayna:
Söyle bana benden daha güzeli var mı bu dünyada ? Megolamanlık, insanların kendilerini beğenmişliğinin yansıması.
Hayal: Yemeğim

Benim cevaplarım bunlar..Oyunu devam ettirelim ozaman;
Okan ve Emre mimlendiniz, eller yukarı !!! Haydi kolay gele...

15 Haziran 2010

Gala Günlükleri - 2

Kaldığım yerden devam edeyim...
5. Gün (9 Haziran Çarşamba)Evde ders çalışmak zorundaydım. Yumurta kapı sendromu olunca tabi koskoca diferansiyel geometri dersini son güne bıraktım.

6. Gün ( 10 Haziran Perşembe)Sınavım kötü geçti. Alışverişe çıktım oscar adamıyla ilgili bişiy bulamayınca içinde unumsu bişiy bulunan şekil verdiğin stres oyuncaklarından aldım. Arzu'ya bıyıklı kıllı sevdği için, Çağrı'ya mor gayimsi diye dalge geçsin diye, Emreye de mavili ama turuncu kafa olaraktan marjinal olsun diye. Eve dönüp davetiyeleri çıkartmaya başladım. Diğer sınava pek çalışmadım.
7.Gün (11 Haziran Cuma)
Finansbankta sözleşme yaptığımdan sınava geç kaldım ve alınmadım. Mazeretler bekler beni kısaca ne yazıkki...Eve bu sinirle dönünce tabi davetiyelerin hepsini bitirdim. Hatta bir kısmını dağıttım gün içerisinde.

8. Haziran (12 Haziran Cumartesi)
Bugün sabahtan son işlemleri hallettim. Sonra Benay'lara gittim çiğ köfte partsine.Orda Başar çiğ köfte yapana kadar epey oyalandığından benim dağıtım işim akşama kaldı. Akşam direk Cihan'ın nam-ı değer bebeğimin yanına geçtim. Davetiyesini verdim. Sonra onunla beraber postacı gibi Çağrı'nın (Erkek oyuncumuzun) kapısına dikildik. Davetiyeyi verdiğim de bana deli diyordu. Sanki ben ne olduğumu bilmiyordum. Ardından Emre'nin
(yönetmenimiz) kapıya dikildik. Davetiyeyi verip az neler bekliyor onu diye anlatınca içten içe İzmite dönme planları yapmaya başladı gibi geldi bana ama sonunda daha kötü şeylerin olabilitesi olduğundan vazcaydı, kaderine boyun eğdi. Eve döndüğümde annem pastamızı da hazırlamıştı artı yarını beklemekten başka bişiy kalmamıştı...

9. Gün (13 Haziran Pazar)
Sabahından videodan nasıl fotoğraf alınır araştırması ve yeşilimsi de olsa bir kaç foto çıkarımını yaptıktan sonra hazırlanıp cafeye gittik. Duvarları çıkartığım fotolarla süsledik. Kırmızı halımız olmadığı için kırmızı halı yerine kırmızı kaplama kağıdı koydum ama bence görevini başarıyla yerine getirdi. Hakkını yememek lazım. Masalardan birini yönetmenlere ve oyunculara ayırdığımızdan masaya 'Director' ve 'Actor, 'Actress' yazılarını yapıştırdık. Masalara hazırladığımız yıldızlardan serptik. Sonra millet yavaştan dökülmeye başladı. Gelenlerin kapıda fotolarını çektik. Ufak videolar aldık, klip hakkında düşünceleri şeklinde. Pastamızı kestik. "Oscar goes to ...." yaptık aldığım hediyelerle..Kısacası biz eğlendik. Yönetmenleri bilmem ( Böyle diyerek yine fıtık edicem onları ama diyorum ; Sıkıldınız mı siz ?).
Bir galanında sonuna böyle gelmiş olduk. Gelen herkes de gelmek isteyipte gelemeyen herkes de beni çok mutlu etti. Uzun biraradan sonra tüm sevdiklerimi birarada görmek güzeldi. Belki hepsini mutlu edemedim ama sevdiğim bir iki kişiyi mutlu etmek, uzun biraradan sonra hem de, beni kendime getirdi resmen. Özlemişim etrafımdaki insanları mutlu etmeyi, özlemişim mutlu olmayı...Güzel br galaydı ya da bana öyle geldi...
NOT:Tek toplu foto elimde şuan için buydu. Oraya gelipte fotoğrafta olmayan arkadaşlar kusurumabakmayın lütfen.
10 Haziran 2010

Show Must Go On

Sen hayatın dibine vurmuşsundur ama kimse farketmez. Sen yerde sürünürken kafanı kaldırıp yukarı baktığında hayatın aynı tempoda aktığını görürsün. " Ay yoruldum az. Ben şurda dinleneyim, kaldığım yerden devam ederim hayatcığım" diyebilme lüksü olmuyor insanın. Kenardan izleyip olup biteni sonra kaldığın yerden devam edemiyorsun. Daha zaman makinası icat edilmedi. Dr Brown yok gerçek hayatta ve bizler de 'Geleceğe Dönüş' filmi oyuncuları değiliz. Fakat yine de bazen reset atmaktan başka çaresi olmuyor insanın. Kaldığı yerden tam gaz ilerleyemiyecek olduğunu bile bile, bazı şeylere geç kalmayı göze alarak bir ara veriyor. Donduruyor duygularını ama hiç bir ara sonsuza kadar sürmez, o buzlar elbet erir. Bir gün ne olursa olsun sahneye çıkmak zorunda olduğunu farkeder; 'Gösteri devam etmeli! '...

'Show must go on ' dedim ben de. Verdiğim daha doğrusu vermek zorunda kaldığım aradan artık çıkmamın vakti geldi. Yeterince kendime acıyıp üzüldüm. Olabildiğim en sulu göz hatun olup her akşam ağlamak için bir sebep buldum. Önce ayakta duran herşeyi yıkıp döktüm sonra kırılan her bir parçayı yeniden bantladım. Bilerek bıraktım izlerini kimilerinin hatırlamak için geçmişi, kimilerini ise unuttum neden unutmak istediğimi unutucak kadar iyi unuttum. Sardım yaralarımı kısaca ve yoluma devam etme vaktinin geldiğini anladım. Bu kadar kendine acıma yeterdi çünkü, ben kendime ağlanırken akıp gidiyordu hayat. Hem de ben hiç yokmuşum gibi. Benim varlığımın onun için bir anlamı yokmuş gibi bana yas tutmadan, hiç varolmamışım hiç yaşamamışım gibi beni düşünmeden ardında bırakıp hızla akmaya devam ediyordu işte. Belki onurlu bir yorgun savaşçı olarak kendi isteğimle veda etmeliydim herşeye, bu duyarsızlığa boyun eğmemeliydim belki de ama ben 'şans'a inanan inatçı bir yorgun savaşçıydım. Ardımdan denilecek onca şeye rağmen yeniden varım dedim hayata; "Bir el daha oynamaya var mısın? Ama bu sefer rus ruleti..."

Gösteri kaldığı yerden devam ediyor. Tiyatromuzun verdiği ara bitmiştir herkese duyurulur. Şatarabanlığa geri dönüyorum. Biliyorum kaldığım yerden devam etmek imkansız. Her aradan sonra insan bir sürü yeni kararla yeni biri olarak döner.Ama bu ben de pek geçerli olmuyor. Zamanında çok denedim, bir sürü kararlar aldım ama uygulayamadım. Çünkü hiç bir zaman yaptıklarımdan pişman olmadım. Olamadım...

Belki bu denli yorgun olmamın sebebi budur, kim bilir...Ama yaşadıklarımdan hiç birzaman pişman olmayı beceremedim. Çoğu zaman pişmanım dedim ama yine aynı şeyleri yaptım hem de ilk zamanki heveslerle. Kendimle gurur duymayı bilemedim pek ama hatalarımın arkasında olmayı hep becerdim. Defalarca hata yaptım hem de bazılarının hata olduğunu bilmeme rağmen üsteledim, ısrar ettim hatamda ama yine de
pişmanlık duyamadım. Sonuç olarak benim hatamdı, benim istediğimdi. Kim ne derse desin ben bundan ibarettim işte. Bu şekilde söylediğim için 'ezik' olarak nitelendiriliyor olabilirim ama gerçeği kendimden saklayacak kadar kötü durumda asla olmadım. Siz isterseniz buna eziklik deyin farketmez benim için. Gerçekleri saklayamam kendimden, belki görmemezliğe gelebilirim. Hayal kurabilirim. Umut edebilirim ama gerçeğin ne olduğunu da hep bilirim. Yalnız bazen dillendirmek hoşuma gitmiyor hepsi bu...

Gerçeklerin acımsı tadını biliyorum. Bazen tatlandırmak hayatı neden kötü olsun ki ? Hayalperestim kabul ediyorum. Bazen sadece görmek istediğimi görüyorum. Ama sordunuz mu; hiç pişman olmuş muyum ? Olsaydım haklı olabilirdiniz. Olsaydım bana "Daha ne koşuyorsun! Hayal kurarsan elbet canın yanar seni küçük ahmak" diye büyüklük taslayabilirdiniz. Ama değilim...İnsanların iyi olduğuna inanıp defalarca hayal kırıklığına uğramayı ben tercih ettim. Ben buyum! Masallardaki kötülerden korkarken onlardan kat kat daha kötü olan insanlar arasında kötü bir dünyada yaşadığım gerçeğini ben de biliyorum ama bunu düşünerek yaşayamam. Pembe dünya hayalimde yaşayıp arada gerçekliğe uyansam da yinede onu, tümden karanlığa gömülmeye tercih ederim.
İçimdeki kız seviyor masalları napabilirim... Güvenmeyeceğim demesine rağmen tekrar ve tekrar güveniyor. Yumuşamayacağım sert durucağım dese de bir sözle eriyebiliyor yine. Yapılan haksızlıklara sövüyor önce, canı yandı mı isyankar oluyor. Kısa sürüyor bu öfkesi ; çünkü biliyor. Onları yanında isteyen de ta kendisiydi. Ve onlarla olduğu süre boyunca çok mutluydu biliyor. Canını yaksalar da onu umursamasalar da önemli olmuyor onun için; affediyor! Onları affederken asıl kendini affediyor. İçindeki 'insanlık'ı görmesine rağmen yine de bu denli onlara güvendiği ve sevdiği için affediyor kendini. Tekrar aynı durumda olsa yine aynı hatayı yapacağını bildiği için affediyor kendini. İnatçı içimdeki kız; birini sevdiyse nefret etmesi çok zor oluyor hatta imkansız, sevmediyse sevemiyor işte hatasını kolluyor. Nefret etmeyi pek beceremiyor belki ama nefreti de sevgisi kadar büyük oluyor bunu biliyor. Ne yaparsam yapayım büyütemiyorum içimdeki kızı, olgunlaşmıyor. Ya çocuk kalmaya diretiyor ya da bir ölüden farksız bir ihtiyar olup çıkıveriyor. Son zamanlarda da huysuz bir ihtiyardı işte bu kız...

Üst üste gelmişti herşey, zaten hep üst üste gelirdi. Yorulmuştum ve içimde bir ihtiyar taşıyordum. İlk defa kendimi sorgularken pişman olduğumu hissediyordum. Acaba "Yapmayıp pişman olucağıma yapıp pişman olurum." felsefem yanlış mıydı ? Acı veriyordu çünkü bu sefer boşa çabaladığımı görmek. Yorulduğumdan mı yoksa ilk defa bu denli adam yerine konmayı istememden mi böyle düşünüyordum, bilmiyordum. Tek bildiğim acı verdiğiydi. Zamana bırsaksaydım diye düşündüm. Zamana bırsaksaydım da zaman yutup gitseydi. Ve ben yaşasam ne olurdu diye düşünmekten yorulup bir gün unutuverseydim de yaşadığım güzel şeylerden ümitlenip daha fazlasını dilemeseydim. Pişmanım bu sefer diyordum. İlk defa hala umut dolu olabildiğim için pişmanlık duyuyordum galiba. Ama sonra yaşadıklarımı düşündüm, yorgunluklarımı... Evet tercih edilmedim arkadaşlarımın tarafından, bir başkası için kenara itilmişliğim çok oldu. Ve evet kimseye güvenmeyeceğim dememe rağmen güvenip bir gülüş uğrunda aklımı kaybettim. Sonuda bilindik hikayelerle aynı oldu yine. Bunlar hiç olmsaydı? Tercih listelerinde bile olmsaydım arkadaşlarımın ya da bir daha hiç kimseye güvenemeseydim. O gülüşü görmeden eksik gitseydim...Acı verdi yaşadıklarım ama pişman olmayı yine beceremedim.Bilmem belki de acıya düşkündüm...Yakup bunu bana hep derdi; sen acı çekmeyi sevdiğin için acı çekiyorsun oysa ortada acı çekilecek bişiy yok! Haklı olabilir, kimbilir. Acı çekmeyi sevdiğimden mi yoksa hayatın harbiden acıttığından mı bilmiyorum ama acı çekiyorum. Yalnız bu sefer durum diğerlerinden biraz farklı. İlk defa katılaştığımı hissediyorum. İçimdeki kötü kadın dışarı çıkıyor yaralarımı sardıkça. Umursamaz şataraban geri geliyor. Her şeyi şebekliğe vuran kız şımarıklığına geri dönüyor.

Gösteri kaldığı yerden devam etmeli. Geriye kalanlar için yas tutmaya değmiyor. Bunu diyebiliyorum çünkü hemen pes etmedim, denedim. İkinci bir şans için çabaladım ama insan durması gerektiği yeri bilmeli. İstenmediği köyden gitmeli. Ben de gidiyorum... Duvarlarımı yıkıp yeniden örmeye gidiyorum. Artık bir tarafı düzeltirken diğer tarafı yıkmak yok, artık kimseye kendimi emanet etmek yok! Devrim yapmanın vakti geldi artık. Devrimin adı; "Şataraban".

Ve Şataraban sahne çıkıp şöyle dedi ; " Show must go on! "....



8 Haziran 2010

Gala Günlükleri -1


Bir şeyler düzenleyip organize etmeye bayılırım. Arkadaşların doğum günlerinde değişik kutlama teknikleri bulmak, arkadaşların yıl dönümlerinde romantik birer centilmen olmaları için enteresans hediyeler ve kutlama çeşitleri yaratmak benim hobim gibi bişiy oldu. Bunları yaparken hiç zorlanmıyorum çünkü ne zaman ortaya delice bir fikir atsam beni yadırgamayan benim gibi deli arkadaşlarım var. Severek, isteyerek bişiyler düzenleyebiliyorum kolayca. Ya da düzenleyebiliyordum çünkü bu sefer kalkıştığım iş beni bile korkutuyor.

Geçtiğimiz cumartesi (05/06) iki deli arkadaşım Melek ve Arzu'yla Bakırköy pazarında bir yukarı bir aşağı dolanırken ( Bir günde size pazarcı muhabbetlerini anlatmam lazım. Çok değişik hitap yetenekleri buluyolar; 'gazoz gözlü abla' gibi ) muhabbet Arzu'nun oynadığı klibe geldi(Bilmeyenler için şu klip). Beğenenler çok oldu ya da hatır için iyi diyenler hangisi doğruydu bilemiyorum ama bildiğim bir şey vardı çekimler sırasında herkes yorulmuştu. Özellikle yönetmenimiz Emre -
klip, tez konusu olduğu için - aşırı stres yaşamıştı. Bu yüzden bende o an bir ışıma oldu ve tarihe imza atıcak cümleyi kurdum; " Biz bu klibe gala düzenleyelim mi ?"

Normal insan yavrusu orda bana döner ve 'saçmalama' derdi ama konu bu ikili olunca cevap; " Aay süper bak bu gördüğümüz abiyeyi de giyeriz! " şeklinde geldi. Ve biranda kendimizi bir gala hazırlığı içinde bulduk. O an hemen ufak planlamalar gerçekleştirildi: Ceviz Cafe'de olur, şık giyinilir, bizim grubu çağırılır gibi...

Öncelikli amacımız tabi ki Emre ve Çağrıyı biraz mutlu etmekti ama asıl amaç kendimizin eğlenmesiydi sanırsam. Çünkü öyle bir sahiplendik ki fikri eve gelir gelmez Arzuyla beyin fırtınası yapmaya başladık. Şuan hazırlığımızın 4. günündeyiz ve size bir "Gala Günlüğü" şeklinde bunları anlatmak istiyorum, amacım sadece geriye bir hatıra bırakmak...

Gala Günlüğü
1.Gün (5 Haziran Cumartesi)
Sevgili günlük,

Tamam tamam bu espriyi yapmıycam vazgeçtim, korkmayın okumaya devam edin...Eve geldiğimizde Arzuyla birbirimizi daha fazla gaza getirdik. Yapabiliriz, güzel olur aslında, inanırsak başarırız lan moduna büründük biran için. Hemen bir defter edindik.Yönetmenimizden öyle öğrenmiştik. Bir defteri vardı onun da klip öncesi ve biz özentili genç nesil hemen taklit ettik bu durumu. Davet edebileceğimiz kimler var onun bir listesini çıkardık. Bunlara nasıl haber verelim derken davetiye basma fikri çıktı ortaya. Uzun süre google amcadan davetiye örnekleri araştırdık. Sonra birşeyler beğendik. Film çekim tahtalarından birini ama buna benzer nasıl bişiy yapabiliriz derken aklımıza bizim photoshop uzmanı arkadaşımız benim nam-ı değer bebeğim Cihan geldi. Hemen onu yakalayıp msn'de davetiye listelerini ona devrettik, çarşambaya kadar elinizde olur dedi. O Davetiyelerin ön kısmını ayarlarken biz de davetiye metinlerini oluşturduk. Bir yandan da Çağrıyı arayıp ağzını arama işlemlerini gerçekleştirdik. Bir yalan uydurduk; Arzuyla ikimiz tatlı yapmak istiyorduk ve zehirlemeye Çağrı, Emre ve lise grubumu davet etmekti niyetimiz. Hatta yalanı abartıp evde yapıcaz bile demiştik, yeter ki çakmasınlar diye. Çağrıya her daim uygun olduğunu anlayınca Emrenin ağzını aramasını istedik. Telefonu kapatıp msn'e döndüğümüzde Emre orada bizi bekliyordu ona pazar(13 Haziran) uygundu ve hemen ogünü kapatırdık. Artık günümüz de belliydi. Bizim kendi arkadaşlarımızın dışında yönetmenin de arkadaşlarını çağırabilmek için gecenin ikisinde Cihan, Uğur ve Görkem'e mesaj çektik. Yalvardık yakardık gelin dedik.

İlk gün sadece gelecek kişilerle uğraşmadık tabi. O gün başka neler yapabiliriz diye sabaha kadar düşündük, çok uçuk fikirler çıkmaya başlayınca artık yatma vaktinin geldiğini anlamıştık. Ama yine de elimizin boş döndüğü de söylenemez. Süpriz olsun gibilerine ogün milletin fotoğrafını çekip çerçeveyle verelim dedik, gelenlerle klip hakkında ufak bir söyleşi hazırlayalım istedik, kırmızı halı bile düşündük( tamam bu uçuktu:p). Gala sonrası süprizi bile hazırladım ama bunu şuan açıklamak istemiyorum çünkü bu Arzuya bile süpriz.

2. Gün (6 Haziran Pazar)
Sabah uyandığımda ilk iş mesajlara yanıt geldi mi diye bakmaktı. Uğur ve Görkem gece 2de bize mesaj atan kıza yanıt vermeyiz diyerek uslu aile çocuğu imajlarını bozmayarak yanıt atmamışlardı ama bizim yakarışlarımıza dayanamayan Cihan imdadımıza koşmuştu sağolsun. Bildiğin havalara uçtuk Arzuyla. Bu sevincin üzerine iyi bir kahvaltıdan sonra her hatunun uyması gereken kanunun adımını attık; kıyafet seçimi! Açıp dolabı önce bana bir kıyafet beğendik daha doğrusu benden hatun olma yolunda bir kıdema üste bulunan Arzu beğendi. Benim seçimlerime genelde " Aay Ece! " yanıtını verdiğinden tüm seçimi ona bırakmak zorunda kaldım. Beni süsledikten sonra acaba ortamı nasıl süsleyebiliriz dedik. Uzun bir beyin fırtınasından sonra yıldızlarla masaları süsleme fikri çıktı ortaya. Belki duvarada bir iki fotoğraf olur dedik afiş niyetine.

Bunları düşünürken bizden Arzulara geçiş yaptık. Gala olayının iyi hazırlanabilmesi için ben Arzu'lara yerleştim. Arzularda da kanun gereği onun kıyafetini beğendik. Bu seferde ben konuşuyordum devamlı; "Aay o açık Arzu, yok yok o da olmaz." . En sonunda iki elbiseye indirebildik seçenekleri. O gün hangisini giyer gelir Arzu bilmem o da bana süpriz olucak.

Gala hazırlıkları son tempo giderken benden röportaj yapma fikri ortaya çıktı.


Hemen Arzu'yla bir röportaj yaptım denemelik. Dinlemeniz için ekledim. Siz de dinleyince farkedeceksiniz ki berbatlık ötesinde bir komiklik var. Mesela bende ki o heyecan nedir ya ııhh vaah modundan kurtulamamışım. Herşeyi geçtim o tonlama nedir; " MutfağınDA". Bir de utanmadan 'tikican' kızlar gibi yuvarlamalar yapıyorum. Tabi Arzu da heyecandan devamlı " gerçekten " dedi. İnanmayacağımızdan korktu kız galiba. Gerçek kesit oyuncuları gibiyiz mübarek bir kelimeye takılıp kalıyoruz. Mesela benim "Nasıl tepkiler" e olan hayranlığım gibi. Hele bitiş daha süperdi. Arzu'nun 'hmmmmm' eşliğinde kırk saat düşünüp bişiy diyememesi ve benim içimde sakladığım tüm 'r'leri biranda salmak istemem gibi; "teşekkürlerrrr"

Eğlenceli bir ikinci günün ardından artık neler yapmamız gerektiğinin listesi tam olarak bitmişti.

3. Gün (7 Haziran Pazartesi)
Bu gün tüm listeyi tamamladığımız için alışverişe çıktık. Kırtasiye alışverişini yapıp eve dönene kadar sırılsıklam olduk. Üstelik Arzu şemsiye de açmştı. Aslına bakarsanız açmasaydı daha az ıslanırdım ama neyse bu konuyu başka zaman anlatmayı planlıyorum.

Alışverişten sonra tüm akşam yıldız nasıl yapılır diye uğraştım. En sonunda netten bir yıldız çıkartıp ona göre kesme fikri sayesinde tüm yıldızları hazırlayabildik. Çerçeve yapımına başladık ama tüm akşam sadece iki tane çerçeve yapabildik. Diğer yandan ünlülerimizin imzalayabilmesi için cd yazımıyla uğraştık.

Biz ıvır zıvır işleriyle uğraşırken Cihan yardımımıza koştu. Çarşambaya teslim ederim dediği davetiyeleri pazartesinden teslim etti. Hemen kimin hangi günü boş, davetiyeleri nezamana teslim ederiz diye bir kamuoyu yoklaması aldık. Bir de sevindirici bir haber daha aldık İzmit dolaylarından. Bir aksilik çıkmazsa Ahmet ben gelirim diye dönmüştü.

Biz de aşırı bir telaş havasında gala gününe doğru geri sayıma başladık. Aklımızda devamlı 'Acaba abartıyor muyuz?' sorusu var ama abartıyorsak da keyif alıyoruz o kesin.

4. Gün ( 8 Haziran)
Şimdilik sadece tembellik :)
2 Haziran 2010

Yumurta Kapı Sendromunun Baş Kahramanı Tavuk


Yumurta kapı sendromunu yaşamadan bu bünye rahat etmiyor. Her dönem başı "Tam bu sefer günü gününe çalışıcam ulan! Kim tutar beni hayt! " tarzındaki kendimi süper sonik öğrencilerden saymamın havası ilk haftanın sonunda daima bitiyor. Ne yapabilirim ? Tavukgillerden geliyorsam ve inek olmaya özeniyorsam benim suçum ne ?

Tavukgiller familayasından olanlar tembelliğin tadını çok iyi bilir. Evet, bizler inekgillere özeniriz. Kendi çapımızda onlardan bir farkımızın olmadığını düşünürüz. Biz de onlar gibi zekiydik kendimizce; istesek, azıcık çalışsak var ya of tozu dumana katardık be! Tabi ki yalan. İstesek de çalışamayız ki biz, yumurta kapıya dayanmadan olmaz( Bu cümledeki kapı kelimesi beni hep güldürür. Bence bunun orjinali başkaydı ama diyememişler. Ah Can Baba(Yücel) ah senin dediğin gibi göte götten başka ne denir? Kapı denir baba kapı... ). Biz tavukgiller, tembelliğin kral ve kraliçeleri inek olmaya özenirken bile üşendik.

Yıldız' da Matematik öğrencisi olmak, çan sisteminde bir sürü inek arasında bir avuç tavuk olarak yalnız kalmak demek. Bu yüzden mi bilmiyorum, tavuk olmaya bile üşeniyorum. Yumurta kapıya dayandı birazdan kapı açılacak ve yumurta düşüp kırılacak ama "Aman boşver yine yumurtlarız canım, kaynağı ben de nasılsa" diyesim var. Biliyorum sonra çok pişman olucağım ama buaralar tavuk bile olmaya üşeniyorum napayım.


Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları