6 Ağustos 2011

Ganyana Giren De Terler!

05.08.2011 bu tarihi unutulmayacaklar arasına çoktan aldım. İyi desem tam iyi değil, kötü desem tam kötü değil dediğin günler olur ya.. Sen de "Ne garip gündü be arkadaş!" dersin. İşte öyle bir gündü. 

Sabah kötü geçen bir sınavın arkasından artık bu moralim toparlanmaz diyordum. Yalnız "Şirinleri" tümden çıkartmıştım aklımdan bunu düşündüğüm vakitler. Not alışverişi yapmak için Benay'la Mecidiyeköy'de buluşunca ve bir de 5 Ağustos Şirinlerin vizyon günü olunca kadere karşı gelinmezdi elbet. Biletleri aldık. Salona oturduğumuzda ilk fark ettiğim şey "çok çocuk var" oldu. Şirinler filmine gidiyorsun neden bunu yadırgadın diyebilirsiniz ama kanımca saçmaydı. Çünkü birincisi bu çocuklar şirinleri bilecek kadar büyük değildi ( Hala şirinler veriliyorsa hangi kanal bana da söyler misiniz ? ). İkincisi sinema filmi yahu bu çizgi film değil. Bu kadar çok çocuğa gerek yok! Büyük yok muydu peki ? Evet vardı. Çocuklarını filme getiren; anneler, babalar, nineler ve dedeler vardı.  Hmm bir de Benay ile ben :) 


Film başlamadan aldığım Uykusuz yaz ekinden Otisabi'yi okuyup koptuk. Filme daha doğrusu gülmeye zaten hazırdık ama inanın filmin sonundaki etkiyi o an için tahmin bile edemezdim. Film başlayınca duyduğumuz ilk şey şirinlerin o şirince şarkıları oldu; laa la la la laa la.. Ve duyar duymaz iki yana sallanan biz. Sanırsam salonun ilgisini ilk orada çektik. Film ilerledikçe de bu ilgi ve alakayı fazlasıyla hak ettik. 


Filmin konusunu anlatayım isterdim ama o konularda iyi değilim. Dileyen buradan okuyabilir. Yalnız belki biraz 'spoiler' verebilirim. O yüzden şimdiden diyorum. Bu yazıyı okuyup güleceğim diye filminin içine edildiğini anlarsan bana sövme. Ben anamı da babamı da severim. Ebemi tanımadım ama iyi kadınmış. Ona da laf ettirmem. Uyarmadı deme arkadaş! Atla atla sondan 2.  paragrafa atla sen:) 


Film gerçekten bu kadar komik miydi ? Yoksa filmi komik yapan bizim gülme isteğimiz miydi ? Babam böyle pasta yapmayı nerden biliyor ? Hatta aaay inanmıyorum babam pasta mı yapıyor ? Diye düşünmedim de değil. Yalnız filmin bende bıraktığı tat çok güzeldi. Şarkıyı duyar duymaz biranda küçülmüştüm işte. O koltukta, 23 yaşındaki koca kazık penguen değil de televizyona iyicene yapışmış çizgi film izleyen götü boklu sümüklü penguen oturuyordu. Şirine'yi gördüğünde hala içinde biraz kıskançlığa çalan beğeni vardı. Sakar Şirin'de hala kendini bulabiliyordu işte. Gözlük Şirin'le arasındaki benzerlikleri görünce bir oturuşunu düzeltiyordu. Film o şarkıyla başladığı andan itibaren biz de kopmaya başlamıştık. Ama nasıl kopulmasın ? Baştan Türkçe seslendirme diye ağlandığım için (Filmleri orjinal seslerinde dinlemeyi tercih ederim ama bizim seslendirmede iyi olduğumuz aklımdan çıkmış) sonradan pişman oldum. İlkin hadi seslendirdiniz bari çizgi filmde seslendirenleri bulsaydınız ya bu iş için demiştik ama daha sonra çeviriler beni benden aldı. Özellikle de Sakar Şirin için denilen onca replik... Sakar Şirin fazlasıyla efsaneleşti zaten. Her yerde sakarlık yapıp sakarlık yapmasını diledikleri anda yapmaması ya da herkesin onu asayı alamayacağından emin şu sözleri ; " Demek ki sonumuz böyle olacakmış! " :). Yalnız benim favorilerimden biri Cesur Şirin oldu. Şirine'nin elbise denemelerinde Marilyn Monroe misali eteklerinin uçuşmasına kendi eteğiyle yanıt vermesi yok muydu sanırsam orda ikimizde iptaldik Benay'la :). Bu arada dip not vermeden geçemiycem. Şirinlerin alt metni komünizm diyenler sözüm size! Şirin Baba'nın Patrick'e "Gel babanın kucağına" dediği sahne olsa olsa alt metin olarak emperyalizmi verir be! Kucak mucak ne oluyoruz yahu:). Bu arada Şirinlerden bu kadar bahsettiğime bakmayın ben en çok Azman'ı sevdim. Yok böyle mimikler! Çizgi filminde biraz aptaldı ama bu filmde o olmasaydı Gargamel bir adım bile atamazdı. Azman'ı en çok Gargamel işerken ki utanmasıyla hatırlıycam. Gargameli de " Azman öldün mü?" repliğiyle. 



Filmin her sahnesi çok iyidi ama bitiş beni daha fazla etkiledi. Sakar'ın asayı tutmaya çalışmasıyla kahkaha krizine girdim. Şirin Baba'nın "Sizin köyden ilham aldım şehrimi yeniden kurucam." demesi üzerine Benay'ın dönüp "Kat kat mantar yapcak herhalde"  demesiyle zirve yaptığım. Son sahne de "Özgürlük' Şirine' Heykelini" görünce elimi kolumu bacağımı tutamayarak tepindiğim ve öndeki teyzenin dönüp bana bakıp gülmesiyle son bulan gülme krizim yerine sarhoş bir hal bıraktı. Tabi bir de en son sahneyi unutmamak lazım. Jenerik bitimine yakın ben hala Gargamel'e noldu diyordum ki çıktı piyasaya ve "Ne bakıyorsunuz?!" dedi. İşte o an Benay'la ikimizin bir doğrulup gözümüzü kaçırışımız vardı ki görülmeye değerdi. Bu da gülme krizime tuz biber oldu. Çıktığımız da hala birbirimize bir şeyler söyleyip gülüyorduk.

Yalnız artık toparlanıp eve gitmeliydi. Tabi önce fotokobi işleri halledilmeliydi. Alışveriş merkezi içinde bir tane buldum ama ne yazık ki makinesi bozuktu. Dışarı çıktık ve sokak sokak Mecidiyeköy'de aramaya başladık. Devamlı güldüğümüzden üzerimizde oluşan sarhoşuk hali bize hiç yardımcı olmuyordu. İkimizde artık durumu sapıtmış farklı öneriler getirir olduyduk. Nedense Turkcell bayilerinin içine bakıyordum.  Bir 'foto' yazan yerin sonuna nedense 'kopi' ekleyip heyecan yaptım. Benay Darty'ye girip makinaları denemek istiyormuşuz gibi işimizi halledebiliriz diye öneriler bulunurken gördüğü Kıraathaneyi kırtasiyeye benzeterek onun da en az benim kadar sarhoş olduğu gerçeğini onaylatıyordu. Sonunda yolda bir kırtasiye bulduk ama kapalıydı. Kapalı olmasını geçtim zaten giremezdik içeri. Adam öyle okları yerleştirmiş ki kapıdan sokmak yerine yan camdan çağırıyordu içeriye. Bunun üzerine daha artık bulamayız diye ümidi kesip dönüş yoluna geçmiştik ki ben pasajların içlerine hala bir göz atıyordum belki olur diye. Benay da her defasında ; " Pasaj içine girmek yok. Fotokobi çekeceğiz diye fotokobimizi çektirecen." diye söyleniyordu. Tam o dırdır yaparken ben bir bakkalda fotokobi yazısını gördüm ve daldık. Yalnız adam defterden fotokobi çekemiyordu. Sebep? İnce olması. Hadi canım ! Yalnız kızamadım çünkü yardım sever kahraman bakkal amcam bizi başka fotokobiciye yönlendirdi. Takıldım adamın peşine. Oha o da ne ! Pasaja giriyor. Benay gözleriyle bana yapma dercesine yalvardı ama ne olabilirdi ki ? En kötü ihtimal Müjde Ar'ın yeni oynayacağı bir filme fikir vermiş olurduk. Adamın peşi sıra pasaja girdim ama girmez olaydım. O seslendiği adam hangi dükkanın önünde duruyordu ? Yok canım olamaz! O ganyan bayi mi? Yok yok olamaz derken ganyan bayinin önüne kadar geldiydik. Adam deftere baktı. Benay tam  "Çekemezsiniz canım. Anlıyoruz biz sizi. Neyse meşgul ettik. " tarzı cümleler kurmaya başlamıştı ki  adam çekerim abla dedi. Girdik mi içeri. İşte o andan itibaren küçücük bir kümeste horozlar arasındaki iki tavuktan farkımız yoktu. Yalnız tek sorun korkudan gıdaklayamıyorduk bile. Sonuç olarak biz ÖSS sonuçlarından tatmin olan bir devletin himayesi altındaki halktık. Her an her şeye 'tatmin' olabilirdik. İçimizde hala gülme isteği, üstüne bir de atlar koşmaya başlayınca hipnoz olmuş gibi ona bakan ben. Benay tutmasa "Abi 5 numaraya oynuyorum" diyeceğim o derece. Kastıkça kastık kendimizi ve bu durum bende terlemeye yol açtı. Lakin yok böyle bir terleme. Soğuk birayı getirirsin de şişenin dışından içi soğuk olduğu için damla damla sular süzülür ya. İşte terlerde benim boynumda öyle süzülmeye başladı. Gören de hamama girdi terliyor sanacak. Abimin eli o kadar yavaş ki ben biran fotokobinin sonunu göremeden oracıkta eriyip biteceğimi düşündüm. Nese ki yetiştirdi. Borcum ne kadar diye sormaya niyetlensem de  benim kupon kaç tuttu abi modunda salak bir gevelemeden sonra fotokobiyi alıp uçarak uzaklaştık. 


Şirin Dede'leri de işte orda görmüş olduk. Demek ki neymiş ? Her zaman uslu olmak iyi değilmiş! Uslu olursan terlermişsin. Sen hiç kötülerin terlediğini gördün mü? Onlar karizmadır yahu! Ah bir de kaybetmeseler tam süper olucak... Gargamel'in filmde unutulan ama çizgi filmde hep söylediği gibi ; " Şirinlerden nefret ediyorum. Sizi yakalıycam yıllarca uğraşmam gerekse bile hepinizi ele geçiricem! Elbet bir gün köyünüzü bulucam o zaman, o zaman pişman olacaksınız!" 



15 Haziran 2011

Gittim Ama Beklerim...

Yazılacak onca şey vardı geçen bu süre içerisinde, bir türlü oturup yazamadım. Anlatmak istediğim acı tatlı onca şey dizildi ve bekledi. Dökülüp gidemedi peşi sıra. Peki neden şimdi? Peki neden bu? Acı tatlı onca şey arasından neden sıyrılıp dökülüverdi ki dilimden... 

Sana anlatmak istediklerim vardı. Benden duy dediklerim, dinlemedin. Oysa belki de tam bunun üzerine konuşacaktım senle.  Bilmiyorum belki de dinleyeceksin ve ben acele ediyorum. Bu aralar çok telaşlı oldum. İneceği durağı kaçıran teyzeler gibi panik halindeyim. Kaybetme korkusu aklımı başımdan aldı galiba, mantıklı düşünemiyorum. Hep bir an önce olsun bitsin diyorum. Azıcık sabır gösterebilsem ya... Oysa bir zamanlar -belki biraz ukalalık olucak ama- sabrıma hayrandı arkadaşlarım. Sabırsızım dememe rağmen sonuna kadar beklerdim, her şeyi çözümledikten sonra konuşurdum. Yalnız şimdi dayanamıyorum. Bilmem belki de o zamanlar kaybedecek değerli bir şeyim olmamış hiç ya da seni kaybedebileceğimi diğerlerine göre daha iyi idrak etmişim. Sebebi ne emin değilim ama korkuyorum işte anla... Ve bir insan korkunca ne yaptığını bilemiyor. Her şeyin bir anda düzelmesini istiyorum, kim bilir ortada düzelecek bir şey de kalmamıştır ama görmek için duramıyorum ki.. 

"Ortada hiç bir şey kalmamıştır..." demek bile koyuyor. Kaybetme korkusu yakıyor beni. Ah! Kulaklarımı kapatmasam kalbimin o atışını duyucam; "O zaten sana ait hiç olmadı..güm.." . O zaten benim değilken neyi kaybetmekten korkuyorum? Bir yanıtım yok, olsun da istemiyorum. Bana ait olsun da istemiyorum. İşte bu yalan oldu ama ait olmamalı da. Çünkü bana ait olan herkes ve her şey mutsuz ayrıldı benden. Oysa 'o' içimin karanlığında ziyan edemeyeceğim kadar güzel. Bencilliğimle savaşacak kadar seviyorum, değer veriyorum; bana ait olmamalı... 

Ne güzel de veriyordum bu savaşı, geçenlere kadar... İç savaşıma o kadar yoğunlaşmışken nedense bir dış tehdit hissettim - tehdit olmayan bir tehdit- . Bir anda tüm gücümle dışarı döndüm savaşmaya. Ah be patikli! Senin ne haddine ?!  Düşünemedim ki bunu. Bir düşünsem, zehrimi içime akıtıp ölür müydüm?! Ne geldiyse başıma bu korkular bu telaşlar yüzünden geldi, düşüncesizliğimden. Ölüm sebebime kendi adımı yazacak kadar aptalca davrandım. Ben çırpınıp kendimi yaralamaya çalışırken o beni tutup sakinleştirmeye çalıştı, fark edemedim. O an tek gördüğüm şey bavullarımı alıp gitmem gerektiğiydi. Kimse beni kovmasa bile ben giderdim ama işte sorun şu ki gitmek istemiyordum. Hayatımda ilk defa bana yalan söylemeyen birini bulmuştum. Bu dürüstlüğü kana kana içmek istiyordum. Gitmek istemiyordum. Bunu anlatsam belki, anlatabilsem, bana hüsnü kuruntu olduğunu anlatacaklardı. Ne yazık ki anlatmak yerine savaştım. Çırpındım durdum ve kendimle beraber bana sarıldığı için ona zarar verdim. Sonuç mu? 'Git' dedi. Kendi korkumu gerçeğe ben çevirdim. Koca bir alkış bana!

Şimdilerde tehdit gördüğüm o ülkenin bana dostvari yaklaşımlarını görüyorum da utanıyorum kendimden. Nasıl saldırmayı düşündüm?  Rezilim. Hem bulunduğumuz yerler bile çok farklı iken nasıl? Sana bunu anlatacaktım işte. Artık görüyorum ve bu yüzden de seni kırdığım için özür diliyorum. Benim yerim  onunkinden çok farklı.  Ben bir sarı kağıt kadarım. Ve bunun anlamı benim düşündüğümden bile daha güzel. Onun sorguladığı, olmak istediği yerde olmayı dilediğim vakitlerde yukarı tırmandığımı sanıyordum ama aşağı iniyormuşum. Biliyorum şu an kendi yerimden bile çok uzakta yerin dibindeyim ama zamanında 'dost' kadar yüce bir yerdeydim. Dostsam niye bir şey anlatmıyorsun derdine düştüydüm ama ben bir şeyleri anlatmadan da anlayabilirdim. Anlamışım da ama anladığımı anca fark edebildim. İş işten geçince... Bana güzel bir yer verildi ama ben kendim olamadım orda korkularım yüzünden. Değerini biliyordum ama kendi değerimi fark edemedim. İşte bu yüzden kaybettim. Kaybettiğimin farkında olsam yapmazdım ama o an sadece diğer ülkeye odaklıydım. Onun sana biçtiği değere, tavırlarına, 'benim' inancına... Bunların hepsine uyuz oluyordum. Değmeyecek biri gibi görüyordum. Yalnız görmediğim bir şey de varmış, sevgisi. Elde etme yolu çok yanlış olabilirdi ama sevdi mi güzel seviyordu. İçim rahatladı. Ben artık yoktum ama... Neyse...

Bana karşı dürüst olan tek kişiyi kaybettim. Hala konuşuyor ama sonra bir anda suskunluğa bürünüyor. Ben mi? Artık zorlamıycam. Böylesi daha güzel. Benle herkes mutsuz. Ama bir gün gelir diye içeride sofra her daim kurulu ben ise terliklerimle onu bekliyorum, ocakta ise yağlı pilav...
19 Nisan 2011

Önüm Arkam Sağım Solum Sobe

Büyük bir kaçış filmi gibi hayat;ondan bundan, gerçeklerden ve özellikle de kendimizden kaçtığımız... Ben bu akşam sobelendim. Saklandığım tüm gizli kuytular açığa çıktı ve ben tüm yalancı maskelerimi kaybettim tasolarım misali. Bu akşam beni tanımadığım biri sobeledi, ummadığım biranda benim bile dokunamadığım yarama dokundu. Adını bile bilmediğim biri beni gördü hem de çırılçıplak...

Bu akşam saklambaç oynarken aklımda sadece hayatın saçma ironisi vardı. Sen git kendini çırılçıplak başkasına sun, o sen saklanasın diye sonsuza kadar saysın. Ve hiç tanımadığın biri nedensizce sana değer verip seni soysun tüm çirkinliklerinden. Takdir ediyorum hayat seni, hala gülümsetebiliyorsun beni... Sadece bunu demek istedim sanırsam. Bu akşam cesaretim olsaydı bu cümleleri başkasına kuracaktım, şakadaki nüansı ona anlatacaktım. Sustum sustum ve sustum. Bu susuş ona susayışımdı. Kuruyan ağzımdan dökülemedi kelimeler, mideme oturuverdiler. Bir yabancıya kustum ben de. Ne varsa içimde arda kalan saydım ve sövdüm. Eksik, tam ne varsa gerçeğiyle yalanıyla anlattım durdum. O bir boy aynası tuttu. Önce yüzümdeki makyajı çıkardım. Sildiğim her allık iziyle bir yalanımı kaybettim; hani 'mutluyum',' beklemiyorum' diye dediklerim vardı ya onlar işte... Ağlayarak akıttım ki rimelimi ruhumu lekeleyen iki yüzlülüğüm yıkansın. Bir daha kızgınlıklarımı gülümseyen hoşgörülüklerle maskelemeyeyim... Sımsıkı toplu saçlarımı saçtım tel tel, dökülüverdi kendime bile söylemeye cesaret edemediğim sırlarım. Hani gözlerinde açık açık yazan ve bu yüzden de sabahları aynaya göz ucuyla bakıp kendinle göz göze gelmemeye çalıştığın sırlar... Sonra kat kat giyinip kendimi dışarıdan koruduğum(!) kıyafetlerimi çıkardım tek tek... Pişman mıyım ? Keşke bunları sana anlatsaydım, keşke susmasaydım... 

Aslında korktuğumdandı bu suskunluğum. Kendimi ele vermekten çekindiğim içindi ürkekliğim. "Nasılsın" diye soracağına "Beni özledin mi?" diye sorsaydın, tüm sessizliğimi haykırarak bozacaktı "Hayır" diyişimdeki titreyişim. İşte o zaman akıp gidecekti kelimeler bendini yıkan akarsu misali. Oysa ne sen sordun, ne ben söyleyebildim... Ah! Sen zaten hiç merak etmedin beni. Gidesim geliyor böyle anlarda senden. Senden vazgeçesim. Olmuyor, yapamıyorum. Gemileri yakmaya dönüyorum, elimi tutup yüreğime dokunuyorsun. Çapan daha da derine batıyor ruhumda, bırak gitmeyi... Ama diyemiyorum ki beni önemsiyorsun. Kapına geliyorum elimde bir sürü misket. Belki gel benimle misket oyna diyemiyorum ama misketleri gösteriyorum sana. Onlar ne desen gelecek devamı ama demiyorsun. Bakmıyorsun bile misketlere. Oysa bak onlardan birini daha çok seviyorum demek için oradayım ben; bak aynı senin gözlerinin rengi, bu misketi çok seviyorum. Ne senden gidebiliyorum ne sana varabiliyorum. Olgunlaşmamış ham meyveyim, varsam ne ederim. Belki de bu yüzden beni istemeyişin. Daha yolumun olmasından. Yalnız yine de kırılıyor insan, adam yerine konulmamaktan.  

"Pirinçten taş ayıklar gibi ayıklıyorum sözcüklerinden bana aldırmazlığını..."demişti şair ama anlamamıştım tanımadan seni. Şimdi ise sanki görünmezlik pelerinim var gibi, giydiğimi hatırlamadığım. Oysa beni fark et diye çırpınıyorum. Küçük bir kız çocuğunun babasının dizinin dibinde hayran hayran oturuşu gibi ben de ayıramıyorum gölgenden farkında değil misin? Kime soruyorum. Farkındasın elbet ama aç gözlüsün. Daha doğrusu ben senin için çerezim. Sen sahip olamadığın şeyleri istiyorsun. Ve bana sahipsin. Çünkü ben ayrılamıyorum gölgenden, ayıramıyorum gözlerimi senden. Sana verebileceğim ne varsa ben peşin ödedim. Borçlu kalmak istemiyordum sevdan karşısında. Hangi sevda? Almayı ümit ettiğim hiç bir şeyi alamadım ki, alamayacağım da... Oysa bakma sevda dediğime ümit ettiğim çok da bir şey değildi. Ne özelindi ne de hakkettiğimden fazlası. Biraz hava su muhabbeti biraz da yol arkadaşlığı. Hani şu veresiye yazdıranlara elin bol dağıttığın güler yüzün, o kadar. Ah! Sen de biliyorsun ki en çok ben kıymetini bilirdim o gülümsemenin. İşte en çok da bu yüzden korktun. İzin versen sana sarılmama, bırakamamaktan korktun. Ben yaralarıma rağmen güçlüydüm ve bu senin hesapladığın bir olasılık değildi. Şunun şurası paylaştığımız iki lokma huzurdu ama vazgeçememekten korkuyorduk ve bunun tedirginliği tadını kaçırıyordu. Yaralar öğretmişti bunu bize. Ben giysiler giymiştim korunmak için- bu akşama kadar; sen ise bölüştürürken vakitleri tanımadığın yeni bedenlere olduğun yerde kalarak koruyordun kendini. 


Ve ben sonunda çıkarttım giysileri. Makyajımı da sildim. Cebimdeki tüm maskeleri de yaktım. Niyetim sana anlatmaktı ama hala gözlerimde saklanan sırrı kendime söyleyecek kadar olgunlaşmamıştım. Sustum. Olsun sen yine de anlıyorsun beni. Belki de bu yüzden hala taş ayıklamaya devam edeceğim sözlerinden. Sonra yine kuşanacağım yalanlarımı: "Mutluyum ki ben!" , " Bir beklentim yok senden, inan" . Aynanın karşısına geçip tekrar giyinip makyajımı tazeleyeceğim. Sonra tanrı 'Motor!' diyecek üçe kadar sayıp ben de kendimden kaçmaya devam edeceğim. 


Koşmadan önce sormak isterim; "Benimle beraber benden kaçar mısın ?" 


30 Mart 2011

Saçmalıyorum Yine...

Lafı uzatıp süslü kelimeler bulup uzun uzun anlatıp aslında hiç bir şeyi anlatmadığım o yazılardan biri olmayacak bu galiba! Bodoslama giresim var cümlenin orta yerine, belki de böyle kaçamazsın artık benden. Kaçmak... Doğru kelime bu mu acaba ? Belki evet belki değil. Tek bildiğim ben pervane oldukça sen ateş oluyorsun, bir türlü sana dokunamıyorum. Bir şey yapacağım. Bir şey olucak. Aklımın yettiğine elim de yetecek. Yüreğim doyacak diyorum ama olmuyor...

Sen hiç bir zaman açmıyorsun kendini. Bırakmıyorsun ki seni doya doya yaşayayım. Belki de inanmıyorsun senin iyi ve kötü taraflarınla yaşamak istediğime, seni özümsemek istediğime. Bu yüzden de kilit vurmuşsun kapağına. İstesem de açıp okuyamıyorum satırlarını. Ve ben senin tarafından okunmayı bekleyen kısacık bir öyküyüm gözlerinin önünde... Birbirimizden bu kadar uzağız işte, her ne kadar kabul etmesemde. 

'Herkes' kadar tanıyorum seni, onlar kadar biliyorum. Belki biraz fazlası ama özeli değil. Özeline girilmiyor çünkü. Çevrene ördüğün büyük duvaların var orada. Hani aşmaya çalıştıkça çarpa çarpa, düşe kalka geçilmez olduğunu öğrendiğin. Beceriksizim işte. Korkuyorum belki de geçmekten kimbilir. Sanki geçenler yok mu diyorum kendime. Milyonlarca arkadaşı var, elbet özelini paylaştıkları da vardır arasında... Senin her şeyin var benimse sen; hem hoşlandığım hem de arkadaşı olmaya çalıştığım...

Ah ulan! O kilitleri kırsan ne olur. O duvarların üzerinden elimi tutsan. İçeri alsan beni... Çok kalmasam da olur aslında. Hafızam kuvvetlidir. Bakma bugünlerde unutkanım ama ayrıntıları unutmam hele de senle ilgiliyse. Bir bakıp çıksam. Yeter o kadarı. Kaldıramam mı ?


Peki o zaman sen neden okumuyorsun beni ? Ne o kaldıramaz mısın ?


Bu devirde hoşlanmakta zor be abi! En iyisi ben yine lafı uzatayım. Anlatıyormuş gibi yapıp hiç bir şey anlatmayayım. Belki bu sayede bilmediğim, tanımadığım ve bunları yapmak istemediğim için benden korkmaz beni seversiniz. Seversin değil mi ?

23 Mart 2011

Taslak

'Taslak' yazıyor bir çoğunda yazılarımın. Bir çoğu bitmemiş ama bazıları da var ki sadece bir bitiş hem de hiç bir başlangıcı olmadan. Kimilerinin ne başlangıcı var ne sonu benim gibi kayıp. Bir sürü yarım kalmış haykırış... 

Bu aralar her şeyi biriktiriyorum. Sözleri, bakışları, kırgınlıkları, mutlulukları... Bir gün belki her şeyi unuturum diye. Unutmaktan korkuyorum, silinip gitmesinden her şeyin. Oysa bir aralar en çok bunu istememiş miydim? Şimdi yarım kalmaktan korkuyorum, adımın bir taslaktan öteye gidememesinden... Gülüşünü anlatmak istiyorum, sinirine hakim olmaya çalışırken ki o bir anlığına yüzünü kırıştırmasını. Ağlarken hiç kimsenin onun gibi boncuk boncuk yaş dökemeyeceğini haykırmak istiyorum. Avcunun içinde yüreğini taşıyormuşçasına sıcak olan ellerini anlatmak istiyorum. Bunları unutacak olmaktan korkuyorum. Daha geçenlerde keşke o gülüşü hiç görmeseydim hiç yer etmeseydi de aklımda bu ihaneti etmeseydim kimseye demiyor muydum? Peşi sıra kapılıp gittiğim bir gülüşü unutmak için yalvardım hayata, evet ama aslında en çok onu unutmaktan korktum. Çünkü onu unutursam yaptığım her şey yani 'ben'anlamını yitirecek gibi.

Biliyorum sonsuza kadar sürmez acılar. Varlığına alıştığı gibi yokluğuna da alışır insan. Bir kere sevdin mi hep seversin ama sevgiden de ölmez insan. Gün gelir kafanda canlandıramazsın yüzünü, silinmeye yüz tutmuştur çizgileri. Gülüşünü hatırlarsın ama dudak kıvrımları gelmez gözlerinin önüne. Bunu dersem bana kesin kızar diyebilirsin ama sesini duyumsayamazsın artık. Düşün, duymaya çalış! Ne o olmadı mı? O sana huzur veren ses bile yok mu artık kulaklarında. Hepsini unutuyorsun istemesen de unutuyorsun. Bir tek ona olan sevgini unutamıyorsun. Adı geçince göğüs kafesinde bir firari oluyor. Hangi durumda olursan ol içinden bir ses delice şeyler fısıldıyor sana. Korktuğun başına geliyor artık bir bedeni değil de bir ruhu sevdiğini anlıyorsun ve bu sevginin senle her daim bir olucağını... Anlamını yitirdiğini düşünürken anlam kazandığını anlıyorsun.

Gülüşünü unutursam onu neden sevdiğimi unuturum sanıyordum ve onu neden sevdiğimi unutursam ihanet ettiğim her şeyin anlamsızlaşacağından korkuyordum. Şimdi zar zor gözümün önüne geliyor gülüşü ama ne dersem güler çok iyi biliyorum. Şimdi ne teninin sıcaklığını, ne sesini, ne de cismini hatırlıyorum ama adını her duyduğumda o içimde bitmek bilmeyen hayranlığım kaynıyor yine. 

Bir gün yarım kalmaktan kurtulursa bu taslak, kesişirse yolum kaderiyle... Bir son belki yine yazamam ama diyeceğim şeyi biliyorum;

  Burnumda kahve kokusu, göğüs kafesimde bir firari
  Yalan akan çeşmesinden içtiğim su, onun vebali
  Söylesene be gönül, ben kimin helali...
18 Şubat 2011

Atışma

Geçenlerde arkadaş meclisinde muhabbet ederken ne kadar huysuz olduğumdan açıldı konu. Hiç bir şeyi beğenmiyormuşum bu aralar. Yahu beğenilecek bir şey vardı da ben mi kaçırdım? İbo'nun dediği gibi Urfa'da Oxford vardı da ben mi okumadım? Ben de beğeniyorum, al işte aşağıdaki atışmaya bayıldım. Bir arkadaşımın, yazılan bir iletiye verdiği yanıtlar özellikle de şiirler beni benden aldı.  Tek kelime ile bayıldım. Demek ki neymiş? Ben de beğenebiliyormuşum.

" Anne ben onu çok özledim, ayaklarının altından biraz cennet çalıp sürsem yollarına, Allah'ım sana şükür deyip koşup gelir mi kollarıma? "  ( Kurnaz'ın o meşhur iletisi ) 
Süpermen:
Taşıma su ile değirmen döndürülmeyeceğini bilen ey insan
Çalmayı düşündüğün parçanın o cahil ellerinde kömür olacağını bilmez misin
Kendin yollarını cennete çevirmeye çalışmak yerine
Öz annenden bile çalmayı, elin oğlu için mi yeğlersin?

Kurnaz:  
ey insan evladı işin gücün yokmudur allahın bi mahzun kuluyla uğraşırsın düşünmezmisin ki ne derdi vardır da yazmıştır hatun bütün bunları esirgeyecek olsam anamı cennetinden dermiyim ki biraz cennet sürsem ayaklarından anam mutlu olmaz mı bin kat kızını mutlu görse sevdiğinlen ??

Süpermen: 
Ey annesinden çalmayı, kendi hakettiğine tercih eden!
Sana gelmesini istediğini, annene ait olanla kandırmayı düşünen!
Kendin olmayı beceremeyip, roller kesen!
Üstüne üstlük, bir de bunu annesi için yaptıgını söyleyen!

Bu dediklerine inanmamı mı söylersin bir de!
Kendini kandırman yetmezmiş gibi,
Çalmakla mutlu olmaya çalışacak kadar gözünün kör oldugunu göstermemiş gibi,
Süt'ü helal olan için mi yaptığını söylersin,
Ondan çaldıklarını peşkeş çekeceğin yetmezmiş gibi?!

Kurnaz: 
helalim olmayan beri dursun hele benden ben istersem yer gök yarılır karsımda duramaz hiç bi beden kessen diorum şu lanet atışmayı ben geçmeden kendimden sütüm helal şükür uzanmaz elim benden bilmediğime anam benm en sadık dostum döner dola...şır sıkıştırır kuyruğumu dönerim yine dostuma sende ki nasıl bir akıldır ki karşılaştırırsın ana sevgisiyle yarimin sevgisini mukayese edilebilirmidir ki mümkünmüdür kii sanki birbiriyle tıpa tıp aynıymış gibi
avuturum kendimi ben çalarım!
gururuma yediren siner bi köşede ağlarım!
tercih ederim kendimden başka herkesi düşünmeyi sorgulamam uyarım!
düşünmem yargıyı infazı desteklerim susarım !
anamdan almadığım sütüm helal bilirim konuşmam yanarım!!

Süpermen:  
Kendini bilmeyen, ellere göz koyan seni
Annenin hakkı sen onu öldürsende helali
Bırak tükürdüğünü yalamayı bunu keramet bilmeyi
Önce nokta virgül öğren, sonra öyle dedigini sonra böyle dememeyi!

Cür'et nedir sen bilir misin ki?
Aştığın, ezip geçtiğin şeyleri savunmaya çalışırsın.
Anneni bu kadar sevdiğini söylerken,
Ondan çalıp başkasına vermeyi robin hood'luk sanarsın.

Mukayese değil tercihtir ortaya attığın laf ey fani,
Senin, sende olmayanla elde etmeye çalıştığın sevgi.
Kalpazanların yaptığı paradan farkı olacak mı ki
Senin bu rengi bozuk, gözleri yamuk kıymetinin.

Yaptığın işin başı bozuk belli
Bütün verdiğin değerlerin temeli, niyetleri belli
Bol sıfırlı paranın, o üstüne titrediğinin esas kıymeti
Çalarak koyamayacağın başındaki "1" in eksikliğinden belli.

Keleş oğlan der ki dinle bunu kulağınla
Feyz al her cümleden, dank ettir kafana
İş işten geçtikten sonra, anlayana
Ya bir bardak su gerekir, ya da hindistanda dalaylama.

Kurnaz: 
aqzına sıcıym süpermen:D du bekle indiricem fani dunyanda sana bi dümen :D
 
Süpermen: 
Dikkat et sana dönmesin, çevireceğin o fani dünyadaki dümen,
Zor olur kıçını kaydırdığın tekneyi toparlaması,
Eğer dersen ki serdümenlik var bende sen kendine mukayet ol,
Kayarsa sana doğru kayar, gerisi senin peydahladığın yalanın dik alası.

Kurnaz: 
dümen değil sadece bana dönen
alışkınım ben kii nice yüzler görüp alayı kıçıma benzeyen
sürdümen olan ben değil bizzat bu fani dünyanın aslı
kaymış gitmiş uzaklara yıldız misali samanyolu değil artık rotaası :D

Süpermen :
İnsanlar aynalar misali kendi neyse karşısındaki o derler şehir şehir
Alışkın olman da bundan kıçına benzeyen yüzlerle haşır neşir
Sen ki Serdümen'i "Sürdümen" ettin ya ayak üstü
Değil Samanyolu, kainata kırsan yolu kâr etmez, Nihal'e aşık seni gidi ey Beşir.

Kurnaz: 
hahaha deyim bare kokmasın bütün bu leş kokan lafların
beşir bok yesin nihal ekmek yabdı behlüle bir fırın
ben alışkınım göt geldim göt giderim de çekil der bnm düzenim
serdümen olur sürdümen sorun etme lütfen :D
bn doğdum doğalı küsüm aynalar...a istemem baktıqımda göreyim orangutan

Süpermen: 
Tutmaya köşesi yok söylediğin sözlerin
Ne kafiyesi var ne de en ufak redifin
Senden fazla şey beklemişim anlaşılan
5 dakika da şaftı dağıtmışsın, motor kapağı olmuş saman.

Önce lafı dinle otur kendini belle
Demediler mi sana söz söz değil olmaz ise bir kelle
Anlamadan etmeden ettiğin o cümle
Hayvanlar alemi gelse kurtarmaz, kokusu gitmez yelle

Aynalara küskün olman normal
Bu kadar laftan sonra aldıgın şemal ile
Orangutanla ne yarışırsın bilmeden
Lemurlar bile yemez seni bu saatten sonra elle. 


Kurnaz: 
ne rediftir nede uyaktan ibarettir duygularım benm
anlamsız cümlelerim bi tek aqzımdan çıkarsa anlam kazanır benm
cinasmış maça kupa papazmış önemli mi ki
yeterki anlatsın derdimi benliğim

bilirim etmez beş para kellem
umrumda bile değil cümle alem
kim ne derse desin sevdiklerim yanımda olsun yeter
nazar değmesin elem tere fiş gözlere şiş kerem :D

ele avuca sığmam ben karıştırma beni kimseyle
orangutanlar kurban olsun şeklimi şemalimi onlara benzettiğime
bilmeden yücelttim belki onları ama
bilerek söylüorum şimdi çatlasın aynalar hasetinden bnm güzelliğime :D

Süpermen:
Derdini "benliğiyle" anlatmaya çalışan bre gafil
Düzenin gerçek sebebini bilmez misin
Rayında olmayan işlerle karşıma çıkarak
Ezilip geçilmekte oldugunda bi-haber misin

Aklın fikrin çuhalı masalarda
Kumarbaz, zirzop oldun çıktın vesselam
Teker teker hepsini öğretirdim ama
Senin gibisine edilmez ne kadar uğraşsam
iki çift doğru düzgün usturuplu kelam

Cümle alem seni çok dikkate alıyor sanki
Umursamamanın tezahürü tavşanın dağla olan ilişkisi
Sevdiklerinin yanında olması onları aleme kattırmaz mı
Kerimi şişleyen, elem nedir senin için? Anca iş ilişkisi

Ele avuca sığ diyen yok sana
Şekline şemaline karışmak ne hadde
Yaradan yaratmış seni de orangutanı da emme
Birazda peşine bakaymış iyi olurmuş, ama nerdee

Aynalarla alıp veremediğin nedir
Bu kadar mesafeden bile çatlatırsın onları
Zengin olmuştun biriktirseydin şimdiye kadar
Sapanla aynaları kırdırdıgın çocuklara verdiğin paraları
 

Kurnaz:
haha :D:D
pes etmek yok benim kitabımda bilmezmisin ey bana gafil diyen
bilmezdim seni bu marifet gelir nerden :D
uğraşcak başka adam mı bulamadın ezersin beni hafiften hafiften
diyecek sözüm yok abimsin boyun bükerim kardeşim bn kim olduqunu bilen :D

Süpermen:
O zmn Hababam sınıfının şalterleri kaldırdıgı anda kızların arkalarından söylediği nakaratı hatırlatmak gerekir :

Alçaklara karlar yağdı üşümedin mi?

Sen bu işin sonunu düşünmedin mi :)
 

Not: Yazılara dokunmadan paylaştım :) 



Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları