31 Aralık 2010

Dilerim Ki....

Her şeyi sıfırlamaya saatler kaldı. Peki her şey gerçekten sıfırlanacak mı ? Bu gece akreple yelkovan on ikinin üzerinde buluştuğunda her şeyi geride bırakarak anadan üryan saf ve temiz mi olacağız? Biri resetleyecek mi bizi ? İnandığımız gibi mucizeler gerçekleşecek mi o an ? "Saçmalama! Tabi ki öyle olmayacak..." dediğinizi duyar gibiyim. Yeni yıl yeni umut falan filan diye bir sürü dilek dilemenin zararsızlığını ve ne var ki canım biraz gülümsemekte diyen fikirlerinizi açıklayacaksınız bana uzun uzun... Benim ise ağzımda bir şarkı mırıldanacağım; 'Olsun demek de zor artık.. Çocuk düşlerimiz yok artık..'


Mucize denen şey masalların oltası.. Peki hangimiz bir masal kahramanıyız ki mucizeler gerçekleşsin yeni yılda ! Hem öyle olsak dahil on ikiden sonra külkedisi oluyor sinderella, neden daha iyisini bekliyoruz o zaman yeni yıldan ? Külkedisi olduk ya ! Bilmiyoruz vesselam... Ne istediğimizi bilmiyoruz. Tek sorunumuz bu! 

Neler ummuştuk 2010'dan hatırlasanıza. Kaçı gerçekleşti? Yüreğimize batan hayal kırıklıklarının kaçı derin kazıdı bizi ? Kaç kez gülümsememizle bir kış gününe baharı getirdik? Bunlara yanıtımız var mı ? Yoksa ayna bize güzel dedi diye gerçeği aramayı bırakıp bütün yılı son kez dans ettiğimiz adamdan mı ibaret saydık? Bir kez elimiz kanadı diye tüm yılı siyaha mı boyadık? Yoksa gider ayak bir busenin sıcaklığıyla methiyeler mi düzdük? Nasıl ölçülürdü peki koca bir yılın insanlığı?


Hesabım hiç iyi olmadı ama devamlı hesabını tuttum yılların... Dünyada kaç insan var? Kaç tanesiyle karşılaştım? Kaç tanesiyle İstiklalde aynı anda yürüdük? Kaç tanesini yakından tanıma fırsatı buldum? Kaç kişi beni hiç unutmadı? Kaç tanesi salağın teki olduğuma karar verdi? Kaç erkek, kaç kadın gördüm? Kaç bebek öptüm? Kaç kişiye nazarım değdi? Kaç insanla çok eğlendim? Kaç insana kızdım? Kaç insana dair umutlarım var? Kaç insanla daha tanışmadım? Bundan sonraki hayatımda kaç kişi hala hayatımda olacak? Hesabını tutuyorum kendimce yılın, yanlarında ben olabildiğim insanlar üzerinden. Çünkü benim için ne sinderella olmak önemli ne de külkedisi. Zamanı gelince tek tek oynayacağım bütün rolleri nasılsa. Önemli olan masalımda kaç sevdiğim olucak ve kaçıyla ben olabileceğim...

Masalım... Kimler gelip konaklamadı ki bu handa. Bazılarını güzel ağırladım ama bir kısmı öküzlüğüme denk geldi. Kimi 'mükemmel' bir misafirdi, kiminin gelip gittiğini hiç anlamadım, kimi ise hırsız çıktı söküp aldı benden bir şeyler. Ama hepsi burdan bu handan geçti ve benimdi... Ve bu masalda bu sene hesabım güzel geldi. Konaklayanı bol olan bir hancı misali mutluyum bu gece. Çalınan onca şeye rağmen gördüğüm sadece hediyelerimse ve giden onca insana rağmen gelip yerleşen insanlar yüzünden daha mutluysam bu benim karda olduğumu göstermez mi ? Evet 'bat dünya bat' dediğim çok anlarım oldu ama sıfırdan başlamak istemiyorum yeni yıla çünkü aldığım her çizik aslında hayata attığım birer çentik...

Belki de bu yüzden mucize beklemiyorum, kendim yaratıyorum. Ama yine de rolümü oynayıp dilek tutucam bu kez de, yeni yıldan bir sürü şey bekleyip bir ay içinde hepsini unutucam. Tekrar dilek tutup çocuk olabilmek için bir sene daha bekliycem. Herkes gibi bana biçilen rolü oynayacağım işte. Ve bir mucize gerçekleşecekse... 

Dilerim ki beni mutlu eden herkes mutlu olur...



24 Aralık 2010

Çarşından Aldım Bir Tane...

Herkesin çocukluğunu anımsatan şeyler vardır. Kimi için bir çizgi film karakteridir, kimi için bir oyuncaktır ya da belki de bir oyundur. Benim için ise iki şey daha belirgin çocukluğuma dair; masallar ve bilmeceler. 

Bilmeceler... Şimdikilerin pek bilemeyeceği bir eğlence ama benim zamanımda popülerdi. Herkes evinde yeni yeni bilmeceler öğrenip diğerlerini şaşırtmak ve daha zeki olmak için çabalıyordu. Büyükannem sayesinde bu eğlencenin en zeki kızı hep benim olmam belki de bu derece aklımda yer etmesine neden oldu (Ee doğaldır, çoğu oyunun çürük elması bendim.) .

 En klasik bilmeceler herhalde; 'Bilmece bildirmece el üstünde kaydırmaca' ile 'Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane' dir. Aaah bak şimdi "Cevap veriyorum naar!! " diyesim geldi bir anda. Ardından da devam edip "Hastahaneden aldım beyaz eve geldim siyah" diyesim geldi. Ne o ? Yanıt veremediniz mi ? Aaaa! Cevap benim canım. Bilmiyor musunuz ? Eee anlatayım o zaman...

Hep deliyim garibim diyorum ve bunun faturasını da yaşadığım ilginç olaylara, etrafımdaki diğer delilere kesiyorum ya hani; bakın bu anlatacağımla bana hak vereceksiniz.


Çocukların çoğu doğduğunda mavimsi bir göze sahipti hani sonradan değişir ya da sapsarı saçlarla doğar giderek koyulaşır. Bunlar bilinen gerçekler. Peki benim doğduğumda süt beyaz olduğumu biliyor musunuz? Bembeyaz bir ten yumuk yumuk hafiften şişkoca bir bebek getirdiklerinde anneme ilk aklından geçen babaannemi ufaltıp kucağına verdikleri olmuş. Bu arada bilmeyenler için belirteyim babaannem sarışın mavi gözlü yumuk yumuk bir hatundur. Klasik göçmen profili anladığınız üzere. İki tarafta göçmen olunca sarışın ve renkli gözlü olmam zaten beklenen bir olay. Her neyse doğmamın verdiği mutlulukla evlerine dönen güzel ailem evin ilk bebeği olma durumumdan dolayı üstüme titriyormuş. Öyleki her saat başı kıyafet değişimi gibi ( Vur diyince öldürme potansiyelim gördüğünüz üzere genetik! ).  

İlk banyo denememi gerçekleştiren annem önce beni suya sokmakta epey zorlanmış. Biraz sonra olucakları bilse herhalde zorlandığı için bu kadar of'layıp pof'lamazdı. Bir şeyi yıkadıkça beyazlar temizliğini gösterir ya ben yıkandıkça siyahlaşmaya başlamışım. Dalga geçtiğimi kafa bulduğumu düşünüyor olabilirsiniz ama değil! Suya temas eden derim koyulaşmaya başlamış. Korkan annem beni daha fazla kararmayayım diye sudan çıkarmış. Her hatunun bir yerleri sıkışınca yapacağı gibi annesini aramış. Büyükannemin olaya bakış açısı daha süper tabi. Durumu kurduğu şu cümleyle açıklayabilirim; " Remziye kızı arap sabunuyla mı yıkadın yoksa?! " 

Arap sabunuyla yıkanmamıştım ama tenime değen sabunu arap sabunu diye birilerine satabileceğimizi de düşünmedim değil. Bu dumur durum üzerine doktora giden anne ve babam doktorun 'dua edin de daha kararmasın' uyarısıyla gönüllerine su serpmiş(!) bir vaziyette evlerine geri dönmüşler. Ailenin iki tarafı da Bulgaristan Şumlu göçmeni olmasına rağmen baba tarafımda tatarlık ve araplık olması ve bu iki özelliğinde bende bulunması biraz garip. Melez olmanın yan etkileri işte. Çekik gözlü esmer bir göçmenim. Kardeşim ise sarışın ve mavi gözlü bir yakışıklı. Allahım bu kader mi yaa ?! Ben sarışın bir afet o ise esmer bir yağız delikanlı olamaz mıydı ? Soruyorum olamaz mıydı? 

Uzun lafın kısası  bu yüzdendir ki benim için o bilmece hastahaneden aldım beyaz eve geldim siyah şeklinde daha anlamlı.Ve ben o bilmeceyi her duyduğumda içimden bu şeklini sayıklayıp yanıt olarak 'penguuu' diyorum :) 
17 Aralık 2010

Ver Elini...

Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar,
Hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar
Sende başını alıp gitme ne olur...
Ne olur tut ellerimi....
Ne olur...

Bir insanın elini tutmak değil ki sevgi, o eli bırakmamak... Elini tuttuğun için her gün heyecandan titreyebilmek ya da elini tutmayı delice isterken yanında ellerin yumru yürümek zorunda kalmak... Kime anlatıyorum? Hangi boş gönüllere? Aynı anda bir çok el tutan nasırlaşmış ellere mi elleri başkasına aitken gönüllerini uçurmuş gözleriyle başka bedenleri soyan körlere mi? Kime anlatayım ben hislerimi, kime... Hem zaten anlatsam da dinlerler mi ? Sanmıyorum.

Aşka boyadığımız kırıntılarımızla mutlu mesut oynamayı öğrendik. Kendimizi anlatmadan olmak istediğimiz rollerde ruhları gerçek olmayan bir sürü bedenler sevdik. Ballı ekmek niyetine yedik yavanlarımızı. Biz yalanlara aşık olurken gerçek hayal kırıklıkları hazırlıyordu hayat bize. Zamanı gelince uyandırılacak ve çırılçıplak kaldığımız dünyada yediğimizin elmadan daha çok ayva olduğunu anlayacaktık. Havva'mız, Adem'imiz dediğimiz insanları tanıyamayacak, uydurduğumuz rolleri soyunmak zorunda kaldığımız için de yalansız, çırılçıplak kalacaktık. İşte o zaman ellerimiz tutacak başka bir elin hasretiyle yanımıza düşüverecekti.

Avuç içimi avucunun içine saklayıp gömecek, yüreğinin atışını avucumda hissettirecek bir el arıyorum. Beni tüm bu kaosun, yalanlarla örülen hayatçıkların arasından çekip çıkaracak bir el... Sıcaklığıyla güven verirken hiç bırakmak istemeyeceğim bir el, elimi hiç bırakmayacak bir el... Tuttuğumda benim için yaratıldığını anlayacağım bir el arıyorum.

Öptüğümüz bir sürü kurbağa yüzünden ağızlarımız siğil içinde belki prens buluruz diye göl kıyısından ayrılamıyoruz bir türlü. Oysa elini tutmak istediğimiz prensimiz kim bilir hangi elin yalancı sıcaklığını hissediyor, kim bilir hangi öpücükle prens olacağına o denli emin koşturup duruyor peşi sıra yarin... Lakin anlaşılmıyor bu merette öpmeden, ellerini tutmadan. Denedik biz de. Eksik parçamızı bulana kadar denedik.

Bazen bulduğumuzu bile düşündük. Sımsıkı sarıldık o ellere ama bırakıp gittiler ellerimizi. Ne olur dedik, ne olur bırakma... Dinletemedik. Oysa uygun değildi o eller bize, yeni elleri tuttuğumuzda anladık. Aradığımızı bulunca kendiliğinden birleşiyordu o eller ayrılmayacasına. Biz hep bunu unutuyorduk, birbirine uyumlu olmayan parçaları uydurmaya çalışıyorduk. Bu yüzden de yorgun düşüyorduk.

Kaybolup gidiyorduk gölün ortasında onca kurbağa arasında... Biri gelir öper bizi diyorduk, biri gelir onca kurbağa arasında inadına bizi seçer. Biri bizim için savaşır, biri bizim için uğraşır diyorduk. Biz yorulmuştuk süpermen olmaktan birileri de çıkıp gelsin bizim süpermenimiz olsun diye diliyorduk. Kiminin dilekleri kabul oluyordu, kimi beklemekten sıkılıp tekrar savaşıyordu. Ben mi ?

Ben ise hiç kimsenin yazdığı iki satır olamamanın hasretiyle satırlarımda anlatıyordum kurbağalarımı. Onları orda yaşatırken kendi parçamı arıyordum. Elini tuttuğum insanların diğer ellerinin dolu olduğunu öğreniyordum ya da akıllarının başka bedenlerde olduğunu. Bıraktığım elin sıcaklığının geçmesini bekliyordum saygımla ama bana duyulan saygının sıcaklığımın üzerine hemen başka elleri tutabilecek kadar değersiz olduğunu görüyordum. Güvenim kalmıyordu ellere... Tutmak için tutuyordum elleri, öpmek için öpüyordum kurbağaları. Benim için gelecek bir prens bekleyerek masalların lanetine uğruyordum belki de. Ama hayatımda hiç bir şey sevgi kadar eksik olmamıştı ve hiç istemediğim kadar bir eli sıkıca tutmak istiyordum...

Ne olur tut ellerimi.. Ne olur...

Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları