kısa kısa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kısa kısa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
17 Kasım 2010
"Dün Akşam" Kısa kısa
Bu aralar -yine- depresif havalardan çalar oldum sazımı. İşler çığrından çıkmaya başladığında yazarım. Yazdığımda, yaşadığımı hikayeleştirdiğimde yani, benim olmuyor sanki o sorunlar. Bir başkasının sorunlarınlarıymışta ben sadece dinliyormuşum gibi olup çıkıyor. Anca o zaman fikirler bulup çözebiliyorum sorunlarımı. Ama bilirsiniz ki her zaman çözüm yolu tıkalıdır. Sanki hayat sadece bizim mutsuz olmamızı istiyormuş gibi... Bu 'saçma' düşünce yüzünden mi bilmiyorum bazen yazamıyorum işte...
Dün akşam üstad sorunca farkettim bu fikri. 'Canın sıkkın gibi. Neden yazmıyorsun? ' dedi. Neden diye düşündüm ama bir yanıtı yoktu. Uzun zamandır bişiyler yazmak istiyorum diyordum ama yazının başına oturunca cümleler bir türlü bir araya gelmiyordu işte. İnatçı keçiler gibi aynı köprüden geçmemek için direniyordu harfler. Başlayıp yarım kalıyordu tüm yazılarım çözülmemiş sorunlarım gibi. Üstad yine beni bir düşünce fırtınası içine atmıştı. Bu yüzden sevmiyor muydun zaten onunla yaptığım muhabbetleri. Sanki incesaz'ın sevdiğim bir şarkısında dalıp gitmek gibiydi onunla günü konuşmak.İncesaz demişken 23 Kasım'da ki konser geldi aklıma. Gidilmeli, kaçmamalı bu konser. Bir yerlere not tutulmalı. Canlı canlı dinlenmeli "Mazi kalbimde bir yaradır..." şarkısı.
Mazi... Gelenlere hoşgeldin demeyi unutuyoruz geçmişimize ağlarken ne garip. Dün unutulmayan bir dosttan selam aldım. Yalnız yeni bir selam şekliydi; 'dürtme' nam-ı diğer 'poke'... Sanal alemin hayatımıza kattığı yenilikler işte. Düşünüyorum da onunla da arkadaşlığım sanaldan başlamış sayılmaz mıydı ?! Kendisi üniversite hazırlık sınıfı arkadaşımdı. Paylaştığımız bir sene içerisinde çok muhabbet ettiğimi hatırlamıyorum. Sonra hayatıma 'facebook' girdi. Ordan başladı mesajlaşmalarımız. Öyle güzeldi ki onunla muhabbet, okul dönüşü heyecanla facebooku açıyordum mesaj geldi mi diye.. Aah aah o heyecan başkaydı. Hayır msn yok muydu ? Vardı.. Ama onunla orda muhabbet etmek başkaydı. O bir seneyi boşa heba etmiş olmama hala yanarım. Bana ilk masalımı yazan kahramanımla şimdiler de sık sık görüşemiyor olsak da biliyorum ki Fömer dediğimde nerde olursa olsun çıkıp gelir ve beni bulur. Dün akşam yine heyecanla ondan selam beklerken ilk defa güzel geliyordu gözüme mazi. Demek ki yıkılıveriyormuş 'saçma' düşünceler, bunu daha iyi anladım.
Maziyi tatlandıran eski dostluklarmış bir kez daha anladım. Ama daha iyi anladığım bir şey varsa o da 'bir yerden güldüren kader diğer yerden üzer'. Bu aralar sohbet etme şerefine nail olduğum arkadaşlarım iyi bilir ki kadere feci takmış durumdayım. Sorguladığım en önemli şey ise çok iyi ağ ören kader'in başıma ördüğü çoraplardan başka örgü çeşidi bilemiyor oluşu. Yılların kaderisin sen öğrene öğrene bir çorap bir ağ mı örmeyi öğrendin bre dürzü! Kaderin bu umursamazlığını düşündükçe çıldırıyorum. Her şey bana karşı diyen liseli ergenler gibiyim. Farkındayım bu sulugöz halimin ama delirmemek elde değil yahu! Dün akşam mutluydum dostlarım sayesinde ama bir yandan da canım acıyordu dostlarım yüzünden. Bunun sebebi kader değildi de neydi ? Bunca yıllımı paylaştığım, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen dostumdan öte artık kardeşim olmuş insanların belli çıkar sebepleri yüzünden beni ikinci plana atmasının sebebi kader değil mi yani ? Ben bu suçu kadere atmazsam o insanların suratına daha nasıl bakarım? Bir hiç uğruna kaybedişimin faturasını kadere kesmezsem dostluğa inancım kalır mı ki ? Üzgünüm ama tek sorumlu sensin kader...
Dün akşam söverken kadere böyle düşündüğüm tek bir şey vardı; 'Ben nasıl biriyim?' Geçenlerde okuduğum o yazıdan etkilendim herhalde. Ben onlarda nasıl biriydim? Bunca zaman onca yaptığım şeyden sonra neden hala güvenilir değildim ya da onca söylediğim şeyden sonra bile hala neden adam yerine konulmuyordum. Neden sohbetlerim benden ya da ondan değil de üçüncü şahıslardan oluyordu? Neden üçüncü şahısların gölgesi altında ezilirken isyan edemiyordum? Çok soru vardı aklımda ama bildiğim tek bir yanıt; "Sakin ol! Her şey geçiyor, hayat mesela..."
Depresif havaların ezgileriyle doluyken odam dün akşam. Yağan yağmura inat doğdu o güneş. Şaşkınlıktı o an hissettiğim sanırsam. Güneşi beklemiyordum o fırtınada. Tadını çıkartmak yerine gözlerim kamaşmasın diye perdeyi çektim. Zaten onca yaşanandan sonra tadını çıkartamazdım da. Bir deyim vardır ya ; 'Ağzınla kuş tutsan nafile' diye. İşte öyle bir haldeyim. Ağzıyla kuş tutsa da benim için içimdekiler öyle gömülü ki derine üzerindeki tozları kımıldatamıyor bile. Oysa geçen şubat hiç yaşanmamış olsaydı her şey farklı olurdu. O hayatıma hiç girmemiş olsa ya da onlar, her şey farklı olurdu ben farklı olurdum. Ben yine herkesin tanıdığı o şapşal olurdum. Ama sonunda büyüdüm. Güneşi görünce sokağa fırlamıyorum artık çünkü biliyorum kışlar yazdan sonra gelir.
Aaah dün akşam! Hem yağmurluydun hem güneşli. Tek başına oynadın kaderi. Ben ise sessiz sedasız izledim seni öylece. Sen olmasaydın takvimde bugün burda bir bayram yazısı olurdu belki de. Bayram demişken iki çift laf etmeden geçmeyelim... Eski bayramların tadı yok demeye başladık ya daha şimdiden. Yaşlandığımızda bu sıkıcı bayramları bile özliyceğimizi bilmek iyi mi kötü mü kestiremiyorum ama yaşlılığımıza güzel bir anı bırakmak umuduyla iyi bayramlar dilerim hepinize. Keyifli bir bayram olur umarım...
Sözlerimi bayram tatında bitiriyorum belki ama yine de senden hoşlanmadım dün akşam belirteyim istedim. Adam ol! Büyü ve yarın akşam yine gel adını değiştirip. Sevgilerimle canım öpüyorum...
Dün akşam üstad sorunca farkettim bu fikri. 'Canın sıkkın gibi. Neden yazmıyorsun? ' dedi. Neden diye düşündüm ama bir yanıtı yoktu. Uzun zamandır bişiyler yazmak istiyorum diyordum ama yazının başına oturunca cümleler bir türlü bir araya gelmiyordu işte. İnatçı keçiler gibi aynı köprüden geçmemek için direniyordu harfler. Başlayıp yarım kalıyordu tüm yazılarım çözülmemiş sorunlarım gibi. Üstad yine beni bir düşünce fırtınası içine atmıştı. Bu yüzden sevmiyor muydun zaten onunla yaptığım muhabbetleri. Sanki incesaz'ın sevdiğim bir şarkısında dalıp gitmek gibiydi onunla günü konuşmak.İncesaz demişken 23 Kasım'da ki konser geldi aklıma. Gidilmeli, kaçmamalı bu konser. Bir yerlere not tutulmalı. Canlı canlı dinlenmeli "Mazi kalbimde bir yaradır..." şarkısı.
Mazi... Gelenlere hoşgeldin demeyi unutuyoruz geçmişimize ağlarken ne garip. Dün unutulmayan bir dosttan selam aldım. Yalnız yeni bir selam şekliydi; 'dürtme' nam-ı diğer 'poke'... Sanal alemin hayatımıza kattığı yenilikler işte. Düşünüyorum da onunla da arkadaşlığım sanaldan başlamış sayılmaz mıydı ?! Kendisi üniversite hazırlık sınıfı arkadaşımdı. Paylaştığımız bir sene içerisinde çok muhabbet ettiğimi hatırlamıyorum. Sonra hayatıma 'facebook' girdi. Ordan başladı mesajlaşmalarımız. Öyle güzeldi ki onunla muhabbet, okul dönüşü heyecanla facebooku açıyordum mesaj geldi mi diye.. Aah aah o heyecan başkaydı. Hayır msn yok muydu ? Vardı.. Ama onunla orda muhabbet etmek başkaydı. O bir seneyi boşa heba etmiş olmama hala yanarım. Bana ilk masalımı yazan kahramanımla şimdiler de sık sık görüşemiyor olsak da biliyorum ki Fömer dediğimde nerde olursa olsun çıkıp gelir ve beni bulur. Dün akşam yine heyecanla ondan selam beklerken ilk defa güzel geliyordu gözüme mazi. Demek ki yıkılıveriyormuş 'saçma' düşünceler, bunu daha iyi anladım.
Maziyi tatlandıran eski dostluklarmış bir kez daha anladım. Ama daha iyi anladığım bir şey varsa o da 'bir yerden güldüren kader diğer yerden üzer'. Bu aralar sohbet etme şerefine nail olduğum arkadaşlarım iyi bilir ki kadere feci takmış durumdayım. Sorguladığım en önemli şey ise çok iyi ağ ören kader'in başıma ördüğü çoraplardan başka örgü çeşidi bilemiyor oluşu. Yılların kaderisin sen öğrene öğrene bir çorap bir ağ mı örmeyi öğrendin bre dürzü! Kaderin bu umursamazlığını düşündükçe çıldırıyorum. Her şey bana karşı diyen liseli ergenler gibiyim. Farkındayım bu sulugöz halimin ama delirmemek elde değil yahu! Dün akşam mutluydum dostlarım sayesinde ama bir yandan da canım acıyordu dostlarım yüzünden. Bunun sebebi kader değildi de neydi ? Bunca yıllımı paylaştığım, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen dostumdan öte artık kardeşim olmuş insanların belli çıkar sebepleri yüzünden beni ikinci plana atmasının sebebi kader değil mi yani ? Ben bu suçu kadere atmazsam o insanların suratına daha nasıl bakarım? Bir hiç uğruna kaybedişimin faturasını kadere kesmezsem dostluğa inancım kalır mı ki ? Üzgünüm ama tek sorumlu sensin kader...
Dün akşam söverken kadere böyle düşündüğüm tek bir şey vardı; 'Ben nasıl biriyim?' Geçenlerde okuduğum o yazıdan etkilendim herhalde. Ben onlarda nasıl biriydim? Bunca zaman onca yaptığım şeyden sonra neden hala güvenilir değildim ya da onca söylediğim şeyden sonra bile hala neden adam yerine konulmuyordum. Neden sohbetlerim benden ya da ondan değil de üçüncü şahıslardan oluyordu? Neden üçüncü şahısların gölgesi altında ezilirken isyan edemiyordum? Çok soru vardı aklımda ama bildiğim tek bir yanıt; "Sakin ol! Her şey geçiyor, hayat mesela..."
Depresif havaların ezgileriyle doluyken odam dün akşam. Yağan yağmura inat doğdu o güneş. Şaşkınlıktı o an hissettiğim sanırsam. Güneşi beklemiyordum o fırtınada. Tadını çıkartmak yerine gözlerim kamaşmasın diye perdeyi çektim. Zaten onca yaşanandan sonra tadını çıkartamazdım da. Bir deyim vardır ya ; 'Ağzınla kuş tutsan nafile' diye. İşte öyle bir haldeyim. Ağzıyla kuş tutsa da benim için içimdekiler öyle gömülü ki derine üzerindeki tozları kımıldatamıyor bile. Oysa geçen şubat hiç yaşanmamış olsaydı her şey farklı olurdu. O hayatıma hiç girmemiş olsa ya da onlar, her şey farklı olurdu ben farklı olurdum. Ben yine herkesin tanıdığı o şapşal olurdum. Ama sonunda büyüdüm. Güneşi görünce sokağa fırlamıyorum artık çünkü biliyorum kışlar yazdan sonra gelir.
Aaah dün akşam! Hem yağmurluydun hem güneşli. Tek başına oynadın kaderi. Ben ise sessiz sedasız izledim seni öylece. Sen olmasaydın takvimde bugün burda bir bayram yazısı olurdu belki de. Bayram demişken iki çift laf etmeden geçmeyelim... Eski bayramların tadı yok demeye başladık ya daha şimdiden. Yaşlandığımızda bu sıkıcı bayramları bile özliyceğimizi bilmek iyi mi kötü mü kestiremiyorum ama yaşlılığımıza güzel bir anı bırakmak umuduyla iyi bayramlar dilerim hepinize. Keyifli bir bayram olur umarım...
Sözlerimi bayram tatında bitiriyorum belki ama yine de senden hoşlanmadım dün akşam belirteyim istedim. Adam ol! Büyü ve yarın akşam yine gel adını değiştirip. Sevgilerimle canım öpüyorum...
30 Eylül 2010
"Yağmur " Kısa kısa
İstanbul'da bir gece... Dışarıda yağmur var ne güzel, yumuşak yumuşak vuruyor cama damlalar ve gece saat üç suları benim aklımda bir sürü şey...Yağmur yağıyor, acaba tanrı var mı?... İstanbul da ise sıradan bir gece...
Ne tam yaz çocuğu oldum ne de kış. Ben hep baharlara aşıktım. İlkbaharın hafif sıcaklığı ve meltemi, sonbaharın ise yağmurları. Seviyorum yağmurları. Eylül bitiyor diye içlenip üzülürken güzel geldi bu yağmur. Fonda Bülent abi " Yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında" diye hafif hafif sesleniyor ve ben bir müddet yağmuru izleyip rahatlamış bir vaziyette bu satırları yazıyorum. İçimi huzurla dolduruyor giderayak eylül. Yine gel güzel yağmurunla diye sesleniyorum peşi sıra ve ekimi davet ediyorum içeri.
Ekim dolu geçecek gibi. Filmekimi kapıda ve ben 7 aylık bebekler gibi sabırsızım. Filmlerimi seçtim, sevdiklerime haber ettim bir program ayarladım. 2 Ekim sabahı taksime kamp kurmaya gidiyorum. Sabah simitçiden simitlerimi aldığım gibi sırada güzel bir kahvaltı yapacağım ve klasik hey ne zaman açılıyor muhabbetinden sonra günümün bana kalmasını dileyerek sıranın bana gelmesini bekleyeceğim. Bu bile o kadar zevkli ki... Biranda Emek Sinemasını özledim. Onun önünde ne anılarım vardı oysaki...
Zaten ne kaldı ki geçmişimizden geriye. Büyümek bu mu bilmiyorum ama sorsalar her şey aynı kalsın isterdim sanırsam. Ya da büyük çoğunluğunun... Hep aynı yerlerden alışveriş yapmayı hep aynı yerde film izlemeyi seviyorum. Takıntılı olduğumu söylerdi kuzenim burada olsaydı. Zaten beni kızdırmayı hep sevmiştir. Bu akşam olduğu gibi. İlkay'ın aradığını görünce şaşırmadım da değil hani. Aramızda bir kaç ay olduğundan dolayı herhalde çok yakındık ama öyle her daim görüşüp de birbirimizi bunaltmıyorduk. Çok dertli olduğunda beni arardı ya da aşırı mutlu olduğunda. Aile toplantılarının tek keyifli yanıydı. Ama bunların dışında araştığımız ya da buluştuğumuz olmamıştı. Telefonda ismini gördüğüme bu yüzden şaşırmıştım. Tek emin olduğum bir şey vardı. O da bu konuşmanın sonunda beni kızdırmayı başaracak olmasıydı...
Pengu: Sen beni arar mıydın?! Hangi dağda kurt öldü yafrum?
İlkay: Bilmem anam dağa çıkan ben değil sensin. Harbiden okul nasıl gidiyor? (Okulumun dağlık alana kurulu olmasına yaptığı ufak göndermeye ne yanıt vereceğimi düşünmekteyken ben devam etti.) O değil de evde kalmış kız kurusu ne yapıyorsun sen asıl onu söyle. Senin de sesin soluğun çıkmıyor.
Pengu: (Matematikçi olmanın getirdiği bir hastalıkla her şeyi numaralandırıp saymaya başladım.) 1) Dağ değil tepe kuzum orası! 2) Bir şey yapmıyorum. Hep bildiğin gibi aslında. Ama o değil de haspam sen nesin. Bana diyene bak evde kalmış kız kurusu iki
İlkay: (Burda epey bir güldü. Ben n'oluyoz demeden de cümleye girdi.) Hayır canım evde kalmış kız kurusu sensin. Teyzem senin turşunu kura dursun 16sına plan yapma bizdesin. Beni istemeye geliyorlar ardından da söz kesilecek.
Pengu: ( Hönk! 16, isteme, söz, benim kuzen... Hönk!)...
İlkay: Aay kız kalpten gitti. Teyzemi ver bakem sen. Teyzeeeeee! (Sanki telefonda bağırınca annem onu duyuyor. Olan benim kulağa oluyor be! Ama bağırması beni kendime getirdi.)
Pengu: Ne istemesi lan! (Bunu duyan annem kim n'oluyor diye başıma dikildi. Sanırsam meraklılığımı annemden almışım. Evlatlık değilim ne güzel yarabbim lay lay lom.) Hangi akılsız istiyor seni?
İlkay: Yakup yok muydu ya o işte! Ooof kızım neyse sen ver teyzemi ve 16sını unutma. Uyuyor değil mi uymuyorsa değiştireceğim.
Pengu: İyi be!. Al anne...
Bir süre annemle konuştu. Ben hala şoktayım. Oha daha yaş kaç baş kaç! Bir evi çekip çevirecek, anne olmak için hayal kuracak, birine 'kocacığım' diyecek yaşa gelmiş miydik?! Yok gelmediydik, gelmemiş olmamız lazımdı. Daha dün lunaparka gidelim diye sözleşmiştik arkadaşlarla. Ben çarpışan arabalara binecektim. Bunları bir süre düşündüm ama sonra şoku atlattım. Sonra da bana evde kalmış dediği için kızdım. Tamam bu yapılan deneylerce de tespit edildi ama niye suratıma vuruyorsun bre kuzen! Ne deneyi diyeceksiniz, anlatayım. Önce gelini tanıdığınız bir düğüne gideceksiniz. Gelin salona inmeden gelin odasına gidip ayakkabı altına adınızı yazacaksınız. Sonra da silinsin diye dua edeceksiniz. Bu deneyi lisede yapmıştım. Kimya ve sınıf hocam evlenirken ayakkabısının altına sınıf listesini yazdıydık resmen. Bir de müzmin bekar hocalarımızdan ikisini. Sonuç mu? Ayakkabının altına 24 kişi sığdırmıştık ve sadece 3 kişinin adı kalmıştı; 45 yaşında ve hiç evlenmemiş olan fizik hocam Gürkan, 48 yaşında nişandan kıl payı dönen ve hiç evlenmemiş olan ingilizce hocam Fehime ve ben...
O değil de ailemi çok mu ihmal ediyorum acaba? Kuzen bile düğüne söze geleyim diye boş günümü kolluyordu. Dolu olsam sözü erteleyecekler. Düşünsene bir gün davetlilerin evine şöyle bir bildiri gelebilir; "Düğünümüz o hafta sonu pengunun dolu olması sebebiyle bir sonraki hafta sonuna alınmıştı. Teşekkür ederiz." Tamam, tam böyle olmasa da bu tarz bir şeye sebebiyet verebilirim yani.
Ne yapıyım ama doluyum. Çünkü her şeye - başaramayacağımı bilsem bile- el atmayı seviyorum. En son ki gözdem, tango. Bir ara başlamıştım ama yarım bırakmak zorunda kaldım. Sonra bu istek içimde yine alevlendi ve yaklaşık bir aydır yine dans eder oldum. Aslında dans ediyorum denmez çalışıyorum diyelim biz ona. Yine de epey başarılı sayılırım. (Gülme! Ne var biraz övsem kendimi:p) Bana ters olmasa bazı şeyler daha iyi yapacağım ama olmuyor. Dansın nesi ters diyeceksin şöyle anlatayım... Dansların çoğunda olduğu gibi tangoda da hakimiyet erkekte. Yönlendirmeyi o yapıyor. Kısaca bize de ' ben bilmem beyim bilir.' demek kalıyor. Ve ben erkek yönlendirmesini beklemeden kafama göre hareket ediyorum. Sonuç mu? Kahrımı çok çeken danstan bir arkadaşla şu diyalog oluyor;
Mehmet: Nereye gidiyorsun? ( Yönlendirmeyi beklemeden kafama göre adım atmışım o sıra)
Pengu: Nereye gidiyorum?
Mehmet: Ben de onu soruyorum nereye gidiyorsun?
Pengu: Nereye gidiyorum, gitmiyorum canım bekliyorum.
Ve bunun hemen ardından çocuğu yine çekeleştiriyorum. Olmayacak galiba diye arada aklımdan geçirsem de inatçıyımdır. Öğreneceğim bu dansı. Tabi o zamana kadar arkadaşlar - özellikle mehmet- intihar etmezse.
Tangodan bahsedince şarkı listeme Esin Engin atmasam olmazdı. 'Sana neden gönül verdim?' ne güzel bir şarkıdır ve çok da güzel bir soru ama yanıtı yok sanırsam. Neden seviyoruz ve neden onu seviyoruz bilmiyorum ama sevdiğimizde nasıl oluyoruz biliyorum. Bugün bir dostla dertleşirken fark ettim ki gözlerimizi yumuyoruz sevgiliye, kulaklarımızı kapatıyoruz. Anlatıyordu hayal kırıklığına uğramış olarak. Yalandan nefret ettiği kadar hiçbir şeyden etmezdi ve sevgisi bir yalandı. Aklıma House geldi. 'Everybody Lies' demediği bir bölüm yok neredeyse. Evet herkes herkesin yalan söylediğini çok iyi biliyor da neden gözden kaçırıyor?
İnanmak istediklerimiz gerçekleri bu kadar örtbas edebilir miydi? Herkes yalan söylerdi ama insan kendine yalan söylemeyi bu derece iyi nasıl yapabilirdi? Kafam iyicene karıştı bu gece. Olsun dışarıda yağmur var. Ve ben huzurluyum... Bir de bu akşam sohbet ettiğim ama bahsetmeye gönlümün el vermediği 'canım' mutlu olursa değme keyfime olacak. Hey duyuyor musun beni ? Varlığını hissetmem için en güzel an şuan hadi kabul et dualarımı..
Yağmur yağıyor, acaba tanrı var mı?
Ne tam yaz çocuğu oldum ne de kış. Ben hep baharlara aşıktım. İlkbaharın hafif sıcaklığı ve meltemi, sonbaharın ise yağmurları. Seviyorum yağmurları. Eylül bitiyor diye içlenip üzülürken güzel geldi bu yağmur. Fonda Bülent abi " Yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında" diye hafif hafif sesleniyor ve ben bir müddet yağmuru izleyip rahatlamış bir vaziyette bu satırları yazıyorum. İçimi huzurla dolduruyor giderayak eylül. Yine gel güzel yağmurunla diye sesleniyorum peşi sıra ve ekimi davet ediyorum içeri.
Ekim dolu geçecek gibi. Filmekimi kapıda ve ben 7 aylık bebekler gibi sabırsızım. Filmlerimi seçtim, sevdiklerime haber ettim bir program ayarladım. 2 Ekim sabahı taksime kamp kurmaya gidiyorum. Sabah simitçiden simitlerimi aldığım gibi sırada güzel bir kahvaltı yapacağım ve klasik hey ne zaman açılıyor muhabbetinden sonra günümün bana kalmasını dileyerek sıranın bana gelmesini bekleyeceğim. Bu bile o kadar zevkli ki... Biranda Emek Sinemasını özledim. Onun önünde ne anılarım vardı oysaki...
Zaten ne kaldı ki geçmişimizden geriye. Büyümek bu mu bilmiyorum ama sorsalar her şey aynı kalsın isterdim sanırsam. Ya da büyük çoğunluğunun... Hep aynı yerlerden alışveriş yapmayı hep aynı yerde film izlemeyi seviyorum. Takıntılı olduğumu söylerdi kuzenim burada olsaydı. Zaten beni kızdırmayı hep sevmiştir. Bu akşam olduğu gibi. İlkay'ın aradığını görünce şaşırmadım da değil hani. Aramızda bir kaç ay olduğundan dolayı herhalde çok yakındık ama öyle her daim görüşüp de birbirimizi bunaltmıyorduk. Çok dertli olduğunda beni arardı ya da aşırı mutlu olduğunda. Aile toplantılarının tek keyifli yanıydı. Ama bunların dışında araştığımız ya da buluştuğumuz olmamıştı. Telefonda ismini gördüğüme bu yüzden şaşırmıştım. Tek emin olduğum bir şey vardı. O da bu konuşmanın sonunda beni kızdırmayı başaracak olmasıydı...
Pengu: Sen beni arar mıydın?! Hangi dağda kurt öldü yafrum?
İlkay: Bilmem anam dağa çıkan ben değil sensin. Harbiden okul nasıl gidiyor? (Okulumun dağlık alana kurulu olmasına yaptığı ufak göndermeye ne yanıt vereceğimi düşünmekteyken ben devam etti.) O değil de evde kalmış kız kurusu ne yapıyorsun sen asıl onu söyle. Senin de sesin soluğun çıkmıyor.
Pengu: (Matematikçi olmanın getirdiği bir hastalıkla her şeyi numaralandırıp saymaya başladım.) 1) Dağ değil tepe kuzum orası! 2) Bir şey yapmıyorum. Hep bildiğin gibi aslında. Ama o değil de haspam sen nesin. Bana diyene bak evde kalmış kız kurusu iki
İlkay: (Burda epey bir güldü. Ben n'oluyoz demeden de cümleye girdi.) Hayır canım evde kalmış kız kurusu sensin. Teyzem senin turşunu kura dursun 16sına plan yapma bizdesin. Beni istemeye geliyorlar ardından da söz kesilecek.
Pengu: ( Hönk! 16, isteme, söz, benim kuzen... Hönk!)...
İlkay: Aay kız kalpten gitti. Teyzemi ver bakem sen. Teyzeeeeee! (Sanki telefonda bağırınca annem onu duyuyor. Olan benim kulağa oluyor be! Ama bağırması beni kendime getirdi.)
Pengu: Ne istemesi lan! (Bunu duyan annem kim n'oluyor diye başıma dikildi. Sanırsam meraklılığımı annemden almışım. Evlatlık değilim ne güzel yarabbim lay lay lom.) Hangi akılsız istiyor seni?
İlkay: Yakup yok muydu ya o işte! Ooof kızım neyse sen ver teyzemi ve 16sını unutma. Uyuyor değil mi uymuyorsa değiştireceğim.
Pengu: İyi be!. Al anne...
Bir süre annemle konuştu. Ben hala şoktayım. Oha daha yaş kaç baş kaç! Bir evi çekip çevirecek, anne olmak için hayal kuracak, birine 'kocacığım' diyecek yaşa gelmiş miydik?! Yok gelmediydik, gelmemiş olmamız lazımdı. Daha dün lunaparka gidelim diye sözleşmiştik arkadaşlarla. Ben çarpışan arabalara binecektim. Bunları bir süre düşündüm ama sonra şoku atlattım. Sonra da bana evde kalmış dediği için kızdım. Tamam bu yapılan deneylerce de tespit edildi ama niye suratıma vuruyorsun bre kuzen! Ne deneyi diyeceksiniz, anlatayım. Önce gelini tanıdığınız bir düğüne gideceksiniz. Gelin salona inmeden gelin odasına gidip ayakkabı altına adınızı yazacaksınız. Sonra da silinsin diye dua edeceksiniz. Bu deneyi lisede yapmıştım. Kimya ve sınıf hocam evlenirken ayakkabısının altına sınıf listesini yazdıydık resmen. Bir de müzmin bekar hocalarımızdan ikisini. Sonuç mu? Ayakkabının altına 24 kişi sığdırmıştık ve sadece 3 kişinin adı kalmıştı; 45 yaşında ve hiç evlenmemiş olan fizik hocam Gürkan, 48 yaşında nişandan kıl payı dönen ve hiç evlenmemiş olan ingilizce hocam Fehime ve ben...
O değil de ailemi çok mu ihmal ediyorum acaba? Kuzen bile düğüne söze geleyim diye boş günümü kolluyordu. Dolu olsam sözü erteleyecekler. Düşünsene bir gün davetlilerin evine şöyle bir bildiri gelebilir; "Düğünümüz o hafta sonu pengunun dolu olması sebebiyle bir sonraki hafta sonuna alınmıştı. Teşekkür ederiz." Tamam, tam böyle olmasa da bu tarz bir şeye sebebiyet verebilirim yani.
Ne yapıyım ama doluyum. Çünkü her şeye - başaramayacağımı bilsem bile- el atmayı seviyorum. En son ki gözdem, tango. Bir ara başlamıştım ama yarım bırakmak zorunda kaldım. Sonra bu istek içimde yine alevlendi ve yaklaşık bir aydır yine dans eder oldum. Aslında dans ediyorum denmez çalışıyorum diyelim biz ona. Yine de epey başarılı sayılırım. (Gülme! Ne var biraz övsem kendimi:p) Bana ters olmasa bazı şeyler daha iyi yapacağım ama olmuyor. Dansın nesi ters diyeceksin şöyle anlatayım... Dansların çoğunda olduğu gibi tangoda da hakimiyet erkekte. Yönlendirmeyi o yapıyor. Kısaca bize de ' ben bilmem beyim bilir.' demek kalıyor. Ve ben erkek yönlendirmesini beklemeden kafama göre hareket ediyorum. Sonuç mu? Kahrımı çok çeken danstan bir arkadaşla şu diyalog oluyor;
Mehmet: Nereye gidiyorsun? ( Yönlendirmeyi beklemeden kafama göre adım atmışım o sıra)
Pengu: Nereye gidiyorum?
Mehmet: Ben de onu soruyorum nereye gidiyorsun?
Pengu: Nereye gidiyorum, gitmiyorum canım bekliyorum.
Ve bunun hemen ardından çocuğu yine çekeleştiriyorum. Olmayacak galiba diye arada aklımdan geçirsem de inatçıyımdır. Öğreneceğim bu dansı. Tabi o zamana kadar arkadaşlar - özellikle mehmet- intihar etmezse.
Tangodan bahsedince şarkı listeme Esin Engin atmasam olmazdı. 'Sana neden gönül verdim?' ne güzel bir şarkıdır ve çok da güzel bir soru ama yanıtı yok sanırsam. Neden seviyoruz ve neden onu seviyoruz bilmiyorum ama sevdiğimizde nasıl oluyoruz biliyorum. Bugün bir dostla dertleşirken fark ettim ki gözlerimizi yumuyoruz sevgiliye, kulaklarımızı kapatıyoruz. Anlatıyordu hayal kırıklığına uğramış olarak. Yalandan nefret ettiği kadar hiçbir şeyden etmezdi ve sevgisi bir yalandı. Aklıma House geldi. 'Everybody Lies' demediği bir bölüm yok neredeyse. Evet herkes herkesin yalan söylediğini çok iyi biliyor da neden gözden kaçırıyor?
İnanmak istediklerimiz gerçekleri bu kadar örtbas edebilir miydi? Herkes yalan söylerdi ama insan kendine yalan söylemeyi bu derece iyi nasıl yapabilirdi? Kafam iyicene karıştı bu gece. Olsun dışarıda yağmur var. Ve ben huzurluyum... Bir de bu akşam sohbet ettiğim ama bahsetmeye gönlümün el vermediği 'canım' mutlu olursa değme keyfime olacak. Hey duyuyor musun beni ? Varlığını hissetmem için en güzel an şuan hadi kabul et dualarımı..
Yağmur yağıyor, acaba tanrı var mı?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hakkımda
Arşiv
İzleyiciler
Peşindeyim
-
10 Yaş6 yıl önce
-
-
-
Bir Göçmen Kuşum Ben9 yıl önce
-
-
Taşındık!10 yıl önce
-
Taşındık!10 yıl önce
-
-
Önce Prospektüsü okuyunuz !13 yıl önce
-
Etiketler
14 şubat
(1)
23 Nisan
(1)
25 yaş
(3)
29 Temmuz
(1)
41AT
(1)
5 Kasım
(1)
500ES
(1)
90's
(1)
adap
(1)
amiral battı
(1)
analiz
(3)
anlamak
(1)
Arzu
(3)
aşk
(7)
aynı
(1)
ayrılık
(2)
ayrımcılık
(1)
bachata
(1)
banka
(1)
başkent
(1)
beğenmek
(1)
beyaz
(1)
bilmece
(1)
bir sevgi istiyorum
(1)
bovling
(1)
Bülent Ortaçgil
(3)
Cahit Arf
(1)
ceviz cafe
(1)
Cihan Demirci
(1)
çay
(1)
Çingene Kızı
(1)
çizgi film
(1)
çocukluk
(8)
çorap
(1)
dans
(1)
Davutpaşa
(1)
değişim
(1)
deli gömleği ütü istemez
(1)
demirdöküm
(1)
Devekuşu Kabare
(1)
dilek
(1)
Dilime Dolandı
(2)
DİR
(20)
Disko Kralı
(1)
doğum
(1)
doğumgünü
(2)
Don Kişot
(1)
dost
(4)
dövme
(1)
düğün
(1)
dün akşam
(1)
eller
(1)
emek sineması
(2)
Emel Sayın
(1)
engelli
(1)
ergenlik
(1)
Erhan
(1)
esas kız
(1)
Eskişehir
(1)
evlilik
(3)
Eylül Akşamı
(2)
Fenerbahçe
(1)
festival
(4)
fikir
(1)
film
(6)
filmekimi
(2)
Finansbank
(1)
Freddy Krueger
(1)
futbol
(1)
gala
(2)
GAMYAD
(1)
ganyan
(1)
Gaziantep
(1)
Gaziantep Kalesi
(1)
gemi
(1)
gezi
(2)
göçmen
(1)
guiness
(1)
gülümseme
(1)
güncelleme
(1)
günlük
(2)
haber
(1)
hakkında
(1)
Hakkında Değil Kendisiyle Konuş
(1)
hayatım
(4)
Haydarpaşa
(1)
Hayvanat Bahçesi
(1)
hesap
(1)
hoşgeldin
(2)
huzur
(1)
IKEA
(1)
İkitelli
(1)
istanbul
(1)
istemek
(1)
iş
(1)
iş hayatı
(1)
İzmir
(2)
kaçmak
(1)
kader
(1)
Kahramanlar Müzesi
(1)
kahve
(2)
kampanya
(1)
kan
(1)
kan kanseri
(1)
kapak
(1)
kapı
(1)
kaybetmek
(1)
kedi
(1)
kırgınlık
(1)
kısa kısa
(2)
kitap
(1)
klip
(2)
koltuk
(1)
konser
(1)
korku
(2)
korku filmi
(1)
kuaför
(1)
kurbağa
(1)
kutlama
(1)
kuzen
(1)
kültür
(1)
leylek
(1)
madde
(3)
Mars Heykeli
(1)
masal
(1)
matematik
(5)
melez
(1)
mezun
(1)
mezuniyet
(1)
mim
(1)
minibüs
(1)
nar
(1)
nargile
(1)
nil
(1)
Okan Bayülgen
(1)
oryantasyon
(1)
Oya-Bora
(1)
oyuncak
(1)
önyargı
(1)
örtü
(1)
özlem
(1)
pasta
(1)
patikli penguen
(1)
pazar
(1)
pi
(1)
platonik
(1)
poster
(1)
saçma
(1)
sansür
(1)
sarı kağıt
(1)
savaş
(1)
Secret Cv
(1)
sevgi
(2)
siyah
(1)
soba
(1)
soğan
(1)
sorgulama
(1)
staj
(1)
stres
(1)
süpermen
(2)
şarkı
(6)
şataraban
(1)
şerefsiz
(1)
şımarıklık
(2)
şiir
(3)
Şirinler
(1)
şizofren
(1)
takım
(1)
Taksim
(1)
tango
(1)
tanımak
(2)
tanıtım
(3)
tanrı
(1)
taslak
(1)
taşlıtarla
(1)
teleşli apt
(1)
terlemek
(1)
tesadüf
(1)
tesbih
(1)
trombosit
(1)
unutmak
(1)
V for Vendetta
(1)
yabancı
(1)
yağmur
(1)
yangın
(1)
yapma
(1)
yardım
(1)
yasak
(1)
yaşayan kütüphane
(2)
yemek
(1)
Yeni türkü
(1)
yeni yıl
(1)
yeşilçam
(2)
Yıldız Teknik
(6)
Yıldıztog
(4)
yıldönümü
(1)
yolculuk
(1)
yumak
(1)
yumurta
(2)
yüksek lisans
(1)
Zeki Müren
(1)
Zeugma Müzesi
(1)
Takvim İnsanları