30 Eylül 2010

"Yağmur " Kısa kısa


İstanbul'da bir gece... Dışarıda yağmur var ne güzel, yumuşak yumuşak vuruyor cama damlalar ve gece saat üç suları benim aklımda bir sürü şey...Yağmur yağıyor, acaba tanrı var mı?... İstanbul da ise sıradan bir gece...

Ne tam yaz çocuğu oldum ne de kış. Ben hep baharlara aşıktım. İlkbaharın hafif sıcaklığı ve meltemi, sonbaharın ise yağmurları. Seviyorum yağmurları. Eylül bitiyor diye içlenip üzülürken güzel geldi bu yağmur. Fonda Bülent abi " Yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında" diye hafif hafif sesleniyor ve ben bir müddet yağmuru izleyip rahatlamış bir vaziyette bu satırları yazıyorum. İçimi huzurla dolduruyor giderayak eylül. Yine gel güzel yağmurunla diye sesleniyorum peşi sıra ve ekimi davet ediyorum içeri.

Ekim dolu geçecek gibi. Filmekimi kapıda ve ben 7 aylık bebekler gibi sabırsızım. Filmlerimi seçtim, sevdiklerime haber ettim bir program ayarladım. 2 Ekim sabahı taksime kamp kurmaya gidiyorum. Sabah simitçiden simitlerimi aldığım gibi sırada güzel bir kahvaltı yapacağım ve klasik hey ne zaman açılıyor muhabbetinden sonra günümün bana kalmasını dileyerek sıranın bana gelmesini bekleyeceğim. Bu bile o kadar zevkli ki... Biranda Emek Sinemasını özledim. Onun önünde ne anılarım vardı oysaki...

Zaten ne kaldı ki geçmişimizden geriye. Büyümek bu mu bilmiyorum ama sorsalar her şey aynı kalsın isterdim sanırsam. Ya da büyük çoğunluğunun... Hep aynı yerlerden alışveriş yapmayı hep aynı yerde film izlemeyi seviyorum. Takıntılı olduğumu söylerdi kuzenim burada olsaydı. Zaten beni kızdırmayı hep sevmiştir. Bu akşam olduğu gibi. İlkay'ın aradığını görünce şaşırmadım da değil hani. Aramızda bir kaç ay olduğundan dolayı herhalde çok yakındık ama öyle her daim görüşüp de birbirimizi bunaltmıyorduk. Çok dertli olduğunda beni arardı ya da aşırı mutlu olduğunda. Aile toplantılarının tek keyifli yanıydı. Ama bunların dışında araştığımız ya da buluştuğumuz olmamıştı. Telefonda ismini gördüğüme bu yüzden şaşırmıştım. Tek emin olduğum bir şey vardı. O da bu konuşmanın sonunda beni kızdırmayı başaracak olmasıydı...

Pengu: Sen beni arar mıydın?! Hangi dağda kurt öldü yafrum?
İlkay: Bilmem anam dağa çıkan ben değil sensin. Harbiden okul nasıl gidiyor? (Okulumun dağlık alana kurulu olmasına yaptığı ufak göndermeye ne yanıt vereceğimi düşünmekteyken ben devam etti.) O değil de evde kalmış kız kurusu ne yapıyorsun sen asıl onu söyle. Senin de sesin soluğun çıkmıyor.
Pengu: (Matematikçi olmanın getirdiği bir hastalıkla her şeyi numaralandırıp saymaya başladım.) 1) Dağ değil tepe kuzum orası! 2) Bir şey yapmıyorum. Hep bildiğin gibi aslında. Ama o değil de haspam sen nesin. Bana diyene bak evde kalmış kız kurusu iki
İlkay: (Burda epey bir güldü. Ben n'oluyoz demeden de cümleye girdi.) Hayır canım evde kalmış kız kurusu sensin. Teyzem senin turşunu kura dursun 16sına plan yapma bizdesin. Beni istemeye geliyorlar ardından da söz kesilecek.
Pengu: ( Hönk! 16, isteme, söz, benim kuzen... Hönk!)...
İlkay: Aay kız kalpten gitti. Teyzemi ver bakem sen. Teyzeeeeee! (Sanki telefonda bağırınca annem onu duyuyor. Olan benim kulağa oluyor be! Ama bağırması beni kendime getirdi.)
Pengu: Ne istemesi lan! (Bunu duyan annem kim n'oluyor diye başıma dikildi. Sanırsam meraklılığımı annemden almışım. Evlatlık değilim ne güzel yarabbim  lay lay lom.) Hangi akılsız istiyor seni?
İlkay: Yakup yok muydu ya o işte! Ooof kızım neyse sen ver teyzemi ve 16sını unutma. Uyuyor değil mi uymuyorsa değiştireceğim.
Pengu: İyi be!. Al anne...

Bir süre annemle konuştu. Ben hala şoktayım. Oha daha yaş kaç baş kaç! Bir evi çekip çevirecek, anne olmak için hayal kuracak, birine 'kocacığım' diyecek yaşa gelmiş miydik?! Yok gelmediydik, gelmemiş olmamız lazımdı. Daha dün lunaparka gidelim diye sözleşmiştik arkadaşlarla. Ben çarpışan arabalara binecektim. Bunları bir süre düşündüm ama sonra şoku atlattım. Sonra da bana evde kalmış dediği için kızdım. Tamam bu yapılan deneylerce de tespit edildi ama niye suratıma vuruyorsun bre kuzen! Ne deneyi diyeceksiniz, anlatayım. Önce gelini tanıdığınız bir düğüne gideceksiniz. Gelin salona inmeden gelin odasına gidip ayakkabı altına adınızı yazacaksınız. Sonra da silinsin diye dua edeceksiniz. Bu deneyi lisede yapmıştım. Kimya ve sınıf hocam evlenirken ayakkabısının altına sınıf listesini yazdıydık resmen. Bir de müzmin bekar hocalarımızdan ikisini. Sonuç mu? Ayakkabının altına 24 kişi sığdırmıştık ve sadece 3 kişinin adı kalmıştı; 45 yaşında ve hiç evlenmemiş olan fizik hocam Gürkan, 48 yaşında nişandan kıl payı dönen ve hiç evlenmemiş olan ingilizce hocam Fehime ve ben...

O değil de ailemi çok mu ihmal ediyorum acaba? Kuzen bile düğüne söze geleyim diye boş günümü kolluyordu. Dolu olsam sözü erteleyecekler. Düşünsene bir gün davetlilerin evine şöyle bir bildiri gelebilir; "Düğünümüz o hafta sonu pengunun dolu olması sebebiyle bir sonraki hafta sonuna alınmıştı. Teşekkür ederiz."  Tamam, tam böyle olmasa da bu tarz bir şeye sebebiyet verebilirim yani.


Ne yapıyım ama doluyum. Çünkü her şeye - başaramayacağımı bilsem bile- el atmayı seviyorum. En son ki gözdem, tango. Bir ara başlamıştım ama yarım bırakmak zorunda kaldım. Sonra bu istek içimde yine alevlendi ve yaklaşık bir aydır yine dans eder oldum. Aslında dans ediyorum denmez çalışıyorum diyelim biz ona. Yine de epey başarılı sayılırım. (Gülme! Ne var biraz övsem kendimi:p) Bana ters olmasa bazı şeyler daha iyi yapacağım ama olmuyor. Dansın nesi ters diyeceksin şöyle anlatayım... Dansların çoğunda olduğu gibi tangoda da hakimiyet erkekte. Yönlendirmeyi o yapıyor. Kısaca bize de ' ben bilmem beyim bilir.' demek kalıyor. Ve ben erkek yönlendirmesini beklemeden kafama göre hareket ediyorum. Sonuç mu? Kahrımı çok çeken danstan bir arkadaşla şu diyalog oluyor;

Mehmet: Nereye gidiyorsun? ( Yönlendirmeyi beklemeden kafama göre adım atmışım o sıra)
Pengu: Nereye gidiyorum?
Mehmet: Ben de onu soruyorum nereye gidiyorsun?
Pengu: Nereye gidiyorum, gitmiyorum canım bekliyorum.

Ve bunun hemen ardından çocuğu yine çekeleştiriyorum. Olmayacak galiba diye arada aklımdan geçirsem de inatçıyımdır. Öğreneceğim bu dansı. Tabi o zamana kadar arkadaşlar - özellikle mehmet- intihar etmezse.

Tangodan bahsedince şarkı listeme Esin Engin atmasam olmazdı. 'Sana neden gönül verdim?' ne güzel bir şarkıdır ve çok da güzel bir soru ama yanıtı yok sanırsam. Neden seviyoruz ve neden onu seviyoruz bilmiyorum ama sevdiğimizde nasıl oluyoruz biliyorum. Bugün bir dostla dertleşirken fark ettim ki gözlerimizi yumuyoruz sevgiliye, kulaklarımızı kapatıyoruz. Anlatıyordu hayal kırıklığına uğramış olarak. Yalandan nefret ettiği kadar hiçbir şeyden etmezdi ve sevgisi bir yalandı. Aklıma House geldi. 'Everybody Lies' demediği bir bölüm yok neredeyse. Evet herkes herkesin yalan söylediğini çok iyi biliyor da neden gözden kaçırıyor?

İnanmak istediklerimiz gerçekleri bu kadar örtbas edebilir miydi? Herkes yalan söylerdi ama insan kendine yalan söylemeyi bu derece iyi nasıl yapabilirdi? Kafam iyicene karıştı bu gece. Olsun dışarıda yağmur var. Ve ben huzurluyum... Bir de bu akşam sohbet ettiğim ama bahsetmeye gönlümün el vermediği 'canım' mutlu olursa değme keyfime olacak. Hey duyuyor musun beni ? Varlığını hissetmem için en güzel an şuan hadi kabul et dualarımı..

Yağmur yağıyor, acaba tanrı var mı?

1 yorum:

BG dedi ki...

"herkes herkesin yalan söylediğini çok iyi biliyor da neden gözden kaçırıyor?"
gözden kaçırmak da değil kuzum bazen körü körüne inanmak istiyor sanırım insan.. ya da bilmiyorum.. artık hiçbir şeyden emin değilim..

Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları