25 Ağustos 2010

Matematik, Stres Ve Aşk Acısı

En büyük sevdam matematik oldu benim. Kendimi bildim bileli hep bir şeylere karşı yeteneğim var mı diye araştırıp durdum. Elime topu aldığımda öğrendim ki ne basketbolda ne voleybolda iyidim - Ve futbol bir kız için fazla erkeksi deniliyordu, izin yoktu! -. Dans etmeyi denedim ama ilk gösteride o kadar kız arasında en yeteneksiz benim olduğum ortaya çıktı - Folklorde iyidim ama folklor topluluk oyunuydu ve ben hiç birzaman 'en iyi' kelimesinin hakkını veremedim, elendim! -. Yazmayı denedim daha sonraları hikaye yazmayı beceremeyeceğimi anlayınca gözümü daha üstlere dikip şiir yazayım dedim. Sonuç mu tabi ki başarısızlık. Bir şeyler çalabilirim belki dedim ama içimden birşey çalmak gelmiyordu. Çünkü artık yeteneksiz olduğumu biliyordum. Her konuda yeteneksizdim; her kültür olayında, dostluklarda, ilişkilerde... Yapabildiğim en iyi şey matematik problemleriydi. Kendimi matematikte buluyordum. Herkese karmaşık gelse de çok kolaydı biliyordum tıpkı üşüdüğü için patik giyen penguendi işte... En iyi bildiğim şey matematikti ve en büyük sevdam.

Matematik herşeyin temelidir derler ki buna bir nebze inanıyorum da. Neredeyse herşey bir sarkaç sistemi gibi belli bir düzenle tekrar başladığı noktaya dönen basit formüllerden ibaret. Ama herşeyi formülleştirilemeyeceğini de düşünüyorum çünkü 'duygu' diye bir değişkene sahip insanoğlu. Ve ben hep duygunun ağır basacağına inandım. Kalıpları, kuralları yıkar sandım ama yanılmışım. 

Şimdilerde herşey formül ve belli dizilerle ifade edilebiliyor; aşkın ömrü 3 yıldır, romantizm 2 yıl 6 ay 25 gün sürer, birini tavlamanın altın kuralları, sevgiliniz mühendisse şunu yapın mimarsa bunu, bu burç insanı şuna aşık olur buna olmaz, bir insanı unutmak ve toparlanmak için 100 gün kafidir... Bunun gibi bir çok kuralla sınırlandırıldı duygularımız. Hiç bir ağırlıkları kalmadı hayatımız üzerinde. Herşeyi önceden bilmek ya da bilinenler doğrultusunda yaşamak neden bu kadar takıntı haline geldi ? Hayati önem taşıyan en ufak bir talimata uymakta zorlanan bir ülkenin vatandaşları olarak bizi sıradanlaştıran, tek düze yapan ve bizi biz yapmaktan alı koyan bu duygusuz kurallara uyma isteği niye ? Kırmızı ışıkta bekleyip yeşil ışıkta karşıdan karşıya geçmekte zorlanan biz ne zaman aşık olup ne zaman ayrılacağımızı bir dizi kurallar çerçevesinde yürütmekten neden haz alıyoruz ? Acımızın ne zaman dineceğini bilmek güven verdiğinden mi  yoksa acı çekmekten çok korktuğumuz için mi teslim oluyoruz kurallara, bilemiyorum. 

Aşkta, sevgide cesur olunmalı derdi büyüklerimiz yaptıklarıyla. Eski aşkların çoğu bir sürü zorlukla başa çıkmıştı ama biz daha sadık sevgili olmayı beceremezken zorluklarla başa çıkmak bize göre değildi. Cesurluk çağımıza uygun değildi ve cesurlar birer enayiydi. Acı çekmemek için fedakarlık yapmamalıydın. Bencillik hakimdi şimdiki sevgilere ve bencil olmayanlar terkederek bencilleştirmeliydi.Bu sığlık içerisinde yaşamaya mahkum aşklar ve sevgiler çırpındıklarıyla kaldılar. Ya ayak uyduruldu aşk'cıklara sevgi'ciklere ya da yitip gittiler. Ve birileri çıkıp "Durun!" dedi bu kaos ortamında; "Siz kendi başınıza sevemezsiniz. Ben en iyisi size ne zaman sevip ne zaman sevmeyeceğinizi ne kadar sürüp ne kadar sürmeyeceğini söyleyeyim. Panik yapmayın!"

Kimdiler, nereden geldiler, aşk üzerine ahkam kesme yetkisini onlara kim verdi işte tüm bu sorulara bir cevap yok. Hatta ne zaman bu kararı aldınız ve ben nerdeydim onu bile bilmiyorum. Ama birileri çıktı ve korkma dedi bana 100 gün sürer en fazla acın sonra geçecek. Kim ölçmüştü yüreğimdeki sevginin ağırlığını ? Ölçülebilir miydi ki bu meret ?! Kim saymıştı birileri acı çekerken bu günleri ? Ve en önemlisi herkes aynı tepkiyi mi veriyordu kapının önüne konulunca ? Oysa daha hissettiklerimizi bile aynı cümlelerle kuramazken gözyaşlarımızın tadının aynı olduğunu nasıl bilebilirdik...

Lakin birileri çıkıp hesaplamıştı. Nasıl başardılar bilemem ama 100 gün diyolardı. 100 gün otur ağla zırla ama 100 günün sonunda ondan hiç bir iz kalmayacak geriye diye garanti veriyorlardı. Her gün gördüğün ama konuşmadığın karşı apartmandaki komşun iki gün cama çıkmasa 'acaba nerde bu hanım' dedirtecek kadar iz bırakırken onca zamanı severek geçirdiğin 'sevgilim' dediğin insan mı iz bırakmadan kaybolup gidecek hayatından ?! Nasıl her hücrene sinmiş anıların hayalini temizleyecek 100 gün ? Hem de öyle ki hiç yaşanmamış gibi... Palavra !!! 


Ben ki matematikçiyim, herşeyi birer formül olarak görmek bana ayrı keyif veriyor. Ve yapabildiğim en iyi işte bu ama 100 gün ya bir insanın gölgesini silmek için biçilen gün sayısı... 100 gün sonra belki acıların diner ya da rutinleştiğinden bu acılar, ruhun uyuşur hissetmezsin ama birinin de gölgesini silemezsin. Senle kalıcak, kabullen artık! Sevdin onu! Unutmak için değil; sevmek için, bir gelecek oluşturmak için sevdin. Şimdi hiç bir şey olmamış gibi onu hiç sevmemişin gibi silemezsin ki.

Ben buna inanıyordum en azından ama ben acıma 100 gün biçenlere 'palavra' derken onlar bana diyordu bu düşüncem yüzünden. Çünkü benim gözardı ettiğim bir bilinmeyeni daha vardı bu denklemin; 'Sevme, sevil ' gerçeği... İnsanlar artık sevmekten daha çok sevilmekten yanaydı. Sevilebileceğini düşündüğü insanlara sokulup gözlerinin içine baka baka 'seni seviyorum' yalanını söyleyip sevilmeyi bekliyolardı. Yalanlar su üzerine çıkınca da dört nala uzaklaşıyordu herkes ve 100gün kabukta geçen bekleyişten sonra hiç bir şey olmamış gibi yeni avlara çıkıyolardı. Biri söylenen yalanlara kılıf uydurmuştu işte ve biz de yeniden sevmeden önce yas tutmak için - ki bu yas tutma merasimi de çevreye 'ya bak aslında sevmiştim ama yürümedi be olmadı' diyebilme gösterişinden öteye geçmez - özgürlüğe gün sayar gibi bekliyorduk günleri. 

Yanılmıştım! Hala bencil olmadığım için ve hala aşka inandığım için yanılmıştım. Ama en çok da karşımdaki insanlara değer verip sözlerini güvenilir bulduğum için yanılmıştım. Kimse kimseyi sevemiyordu tam anlamıyla, söylenen onca sevgi sözcüğü birer abartıydı. Gerçeklikten çok uzaktı. Kimse kimseye güvenemiyordu tam anlamıyla heran her şey bitecek gibi geliyordu. İşte bu yüzden aşkın ömrüne 3 yıl derken biz anca 3 ay yaşayabiliyorduk. 3 ay da seviyor 3 ay da unutuyorduk ve unutunca 3 ay daha sevebilmek için bir başkasını arıyorduk. Böylece 'duygu' bile formülüze edilebiliyordu. 

"Ve ben bunca gün boşuna stres yapmışım öyle mi a..." diye küfredesim var. Niye bu kadar kolay olduğunu bu denli iyi anlatmadınız bana ? Neden 100 günlüğüne beni uyutmadınız ? Ben hiç bitmeyecek bu rüyalar, hiç çıkmayacak aklımdan diye ağlanırken neden 100 gün sonra unutucağımı ya da unutulacağımı bana tane tane anlatmadınız ? İnanmayacağım diye değil mi ?! Evet, hala inanmıyorum. Daha doğrusu inanamıyorum ama hayat bu 100 günde olmasada 109 günde şaşırttı beni.

"Sen daha inanma" dedi ve eve 109 günlük değerimi faturasıyla yolladı. Geriye ne mi kaldı; Matematik, stres ve aşk acısı...

0 yorum:

Dikkat Kuzey Kutbu

İzleyiciler

Etiketler

14 şubat (1) 23 Nisan (1) 25 yaş (3) 29 Temmuz (1) 41AT (1) 5 Kasım (1) 500ES (1) 90's (1) adap (1) amiral battı (1) analiz (3) anlamak (1) Arzu (3) aşk (7) aynı (1) ayrılık (2) ayrımcılık (1) bachata (1) banka (1) başkent (1) beğenmek (1) beyaz (1) bilmece (1) bir sevgi istiyorum (1) bovling (1) Bülent Ortaçgil (3) Cahit Arf (1) ceviz cafe (1) Cihan Demirci (1) çay (1) Çingene Kızı (1) çizgi film (1) çocukluk (8) çorap (1) dans (1) Davutpaşa (1) değişim (1) deli gömleği ütü istemez (1) demirdöküm (1) Devekuşu Kabare (1) dilek (1) Dilime Dolandı (2) DİR (20) Disko Kralı (1) doğum (1) doğumgünü (2) Don Kişot (1) dost (4) dövme (1) düğün (1) dün akşam (1) eller (1) emek sineması (2) Emel Sayın (1) engelli (1) ergenlik (1) Erhan (1) esas kız (1) Eskişehir (1) evlilik (3) Eylül Akşamı (2) Fenerbahçe (1) festival (4) fikir (1) film (6) filmekimi (2) Finansbank (1) Freddy Krueger (1) futbol (1) gala (2) GAMYAD (1) ganyan (1) Gaziantep (1) Gaziantep Kalesi (1) gemi (1) gezi (2) göçmen (1) guiness (1) gülümseme (1) güncelleme (1) günlük (2) haber (1) hakkında (1) Hakkında Değil Kendisiyle Konuş (1) hayatım (4) Haydarpaşa (1) Hayvanat Bahçesi (1) hesap (1) hoşgeldin (2) huzur (1) IKEA (1) İkitelli (1) istanbul (1) istemek (1) (1) iş hayatı (1) İzmir (2) kaçmak (1) kader (1) Kahramanlar Müzesi (1) kahve (2) kampanya (1) kan (1) kan kanseri (1) kapak (1) kapı (1) kaybetmek (1) kedi (1) kırgınlık (1) kısa kısa (2) kitap (1) klip (2) koltuk (1) konser (1) korku (2) korku filmi (1) kuaför (1) kurbağa (1) kutlama (1) kuzen (1) kültür (1) leylek (1) madde (3) Mars Heykeli (1) masal (1) matematik (5) melez (1) mezun (1) mezuniyet (1) mim (1) minibüs (1) nar (1) nargile (1) nil (1) Okan Bayülgen (1) oryantasyon (1) Oya-Bora (1) oyuncak (1) önyargı (1) örtü (1) özlem (1) pasta (1) patikli penguen (1) pazar (1) pi (1) platonik (1) poster (1) saçma (1) sansür (1) sarı kağıt (1) savaş (1) Secret Cv (1) sevgi (2) siyah (1) soba (1) soğan (1) sorgulama (1) staj (1) stres (1) süpermen (2) şarkı (6) şataraban (1) şerefsiz (1) şımarıklık (2) şiir (3) Şirinler (1) şizofren (1) takım (1) Taksim (1) tango (1) tanımak (2) tanıtım (3) tanrı (1) taslak (1) taşlıtarla (1) teleşli apt (1) terlemek (1) tesadüf (1) tesbih (1) trombosit (1) unutmak (1) V for Vendetta (1) yabancı (1) yağmur (1) yangın (1) yapma (1) yardım (1) yasak (1) yaşayan kütüphane (2) yemek (1) Yeni türkü (1) yeni yıl (1) yeşilçam (2) Yıldız Teknik (6) Yıldıztog (4) yıldönümü (1) yolculuk (1) yumak (1) yumurta (2) yüksek lisans (1) Zeki Müren (1) Zeugma Müzesi (1)

Sobe!

Takvim İnsanları