DİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Haziran 2012
Battık Amiral'im
"Amiral battı" , en son ortaokulda oynamıştım sanırsam. Kareli metod defterin arkasına çizilen kareler ve "karavana!" demek için sabırsızlıkla beklenen anlar... Hiç iyi oynayamamışımdır bu oyunu. Hemen belli ederdim gemiyi nereye sakladığımı. Kuzenim ne zaman "A... " diye lafa başlasa içimden o kadar sayıklardım ki " A-3 demesin noluur!" diye hep cümle o demesin dediğim şekilde biterdi. Bir bir batardı gemilerim. Korumaya çalıştıkça batmalarına ben sebep olurdum. O kadar yakın tutardım ki onları birini açığa çıkardı mı karşı taraf hepsi çorap söküğü gibi gelirdi peşi sıra. Hiç iyi oynayamadım bu oyunu...
Neyi iyi oynadım ki ? Hele konu saklamak üzerineyse.. Ne zaman bir şeyi saklayabildim ki kendimle ilgili ? Ayna gibi yansıttı yüzüm içimde kopan fırtınaları. Sadece insanlar anlamak istemediği için anlamadılar yoksa ben hep anlattım üzüldüğümü de sevindiğimi de kızdığımı da... Bir kere hedefe girdim mi çorap söküğü gibi geleceğini bildiğimden indiriverdim gardımı. Bir kere hedefe girdim mi hemen suratım düşüverdi ruhum gibi...
Düşünüyorum da en son gardımı hıdrelezde indirdim. O gün ağacının altına insanlar dilediği evlerin arabaların sevgililerin resimlerini bırakırken ben bir cümle bıraktım; "Daha anlaşılabilir bir hayatım olsun. Çünkü belki insan sevilmekten daha çok anlaşılmayı istiyordur...". O gün hiç istemediğim kadar anlaşılmak istedim. "Suratıma baksana be adam! Suratım asık! Sence şuan mutlu muyum ? Canımı acıtıyorsun. Beni kızdırıyorsun..." diye bağırmak istedim. Tanımadığı(n)m ve belki de hiç tanımayacağı(n)m insanlarla dalga geçme(ni)yi sevmiyorum. Ve bu her gerçekleştiğinde asıyorum suratımı. Biri de çıkıp bu kız ne zaman asıyor suratını desin istiyorum. Bana sen ayrısın değerlisin diyenlerin, bundan sonra hayatımda ol istiyorum diyenlerin bunları demekten ötesine geçsinler istiyorum, düşünsünler istiyorum. Beni düşünsünler. Biraz bana dikkat etsinler istiyorum. Bu oyun böyle oynanmaz mıydı yoksa ? Dikkat gerekli değil miydi ?
Bu oyunu oynamayı beceremiyorum. Yoksa mantığını mı anlamadım ? Amacımız amirali korumak değil miydi ? Batmamak yani... Bir yandan da karşıyı batırmak. Batıramıyorum işte! Karavanaya gidiyor bilerek ve isteyerek. Elimde olmadan bir kez vurmuşsam onu. Bir kez kırmışsam yani. Sebebi neydi demek ? Dalgın mıydı, kırgın mıydı yoksa artık savaşmak mı derdi demek... İşte bunların sorulmasını bekliyorum çünkü ben her vurulduğumda soruyorum. Saçma denilen trip denilen boşuna surat asmak denilen eylemleri sadece kırıldığım için yapmama rağmen yine de soruyorum kendime kırılmaya hakkım var mıydı ? Sonra kendi kendime ikna oluyorum. Aslında o vurmak istememiştir beni. A-3 dememiştir. Dediyse bile yanlışlıkla, birazdan karavana dememi sağlayacak... Ama olmuyor. Bir darbe daha alıyorum. Nereye gittiği hesaplanmayan laflar tarafından ağır yaralı düşerken cephemde bir de lafların önüne kendimi atmaktan yargılanıyorum cephe gerisinde. Oysa ben idam sehpasında beklerken sonumu ceza bana dolaylı kökümden soyumdan geliyor, susuyorum. Her ısırılışı sineye çekiliyorum ve bundan ötürü ben suçlu gösteriliyorum Hannibal'mışım gibi. Peş peşe darbeler alıyorum ama soruyorum kırılmaya hakkım var mı ? Artık yok diyemiyorum ne yazık ki... Kırılıyorum, batıyorum.
Hızla batıyorum hem de... Ne sevgim kaldı, ne güvenim, tüm cephanem bitti. Savunamıyorum artık kendimi. Yosunla sarılmış gibi dört yanım dibe doğru çekiliyorum. Batıyorum.. Batıyorum amiralim, dur diyin! Fare yürekli amiralim benim, gemi batıyor ama içerisindesiniz.. Ne ironik!
Zaten hiç beceremedim şu oyunu oynamayı...
Battık Amiralim, fena battık!
Neyi iyi oynadım ki ? Hele konu saklamak üzerineyse.. Ne zaman bir şeyi saklayabildim ki kendimle ilgili ? Ayna gibi yansıttı yüzüm içimde kopan fırtınaları. Sadece insanlar anlamak istemediği için anlamadılar yoksa ben hep anlattım üzüldüğümü de sevindiğimi de kızdığımı da... Bir kere hedefe girdim mi çorap söküğü gibi geleceğini bildiğimden indiriverdim gardımı. Bir kere hedefe girdim mi hemen suratım düşüverdi ruhum gibi...
Düşünüyorum da en son gardımı hıdrelezde indirdim. O gün ağacının altına insanlar dilediği evlerin arabaların sevgililerin resimlerini bırakırken ben bir cümle bıraktım; "Daha anlaşılabilir bir hayatım olsun. Çünkü belki insan sevilmekten daha çok anlaşılmayı istiyordur...". O gün hiç istemediğim kadar anlaşılmak istedim. "Suratıma baksana be adam! Suratım asık! Sence şuan mutlu muyum ? Canımı acıtıyorsun. Beni kızdırıyorsun..." diye bağırmak istedim. Tanımadığı(n)m ve belki de hiç tanımayacağı(n)m insanlarla dalga geçme(ni)yi sevmiyorum. Ve bu her gerçekleştiğinde asıyorum suratımı. Biri de çıkıp bu kız ne zaman asıyor suratını desin istiyorum. Bana sen ayrısın değerlisin diyenlerin, bundan sonra hayatımda ol istiyorum diyenlerin bunları demekten ötesine geçsinler istiyorum, düşünsünler istiyorum. Beni düşünsünler. Biraz bana dikkat etsinler istiyorum. Bu oyun böyle oynanmaz mıydı yoksa ? Dikkat gerekli değil miydi ?
Bu oyunu oynamayı beceremiyorum. Yoksa mantığını mı anlamadım ? Amacımız amirali korumak değil miydi ? Batmamak yani... Bir yandan da karşıyı batırmak. Batıramıyorum işte! Karavanaya gidiyor bilerek ve isteyerek. Elimde olmadan bir kez vurmuşsam onu. Bir kez kırmışsam yani. Sebebi neydi demek ? Dalgın mıydı, kırgın mıydı yoksa artık savaşmak mı derdi demek... İşte bunların sorulmasını bekliyorum çünkü ben her vurulduğumda soruyorum. Saçma denilen trip denilen boşuna surat asmak denilen eylemleri sadece kırıldığım için yapmama rağmen yine de soruyorum kendime kırılmaya hakkım var mıydı ? Sonra kendi kendime ikna oluyorum. Aslında o vurmak istememiştir beni. A-3 dememiştir. Dediyse bile yanlışlıkla, birazdan karavana dememi sağlayacak... Ama olmuyor. Bir darbe daha alıyorum. Nereye gittiği hesaplanmayan laflar tarafından ağır yaralı düşerken cephemde bir de lafların önüne kendimi atmaktan yargılanıyorum cephe gerisinde. Oysa ben idam sehpasında beklerken sonumu ceza bana dolaylı kökümden soyumdan geliyor, susuyorum. Her ısırılışı sineye çekiliyorum ve bundan ötürü ben suçlu gösteriliyorum Hannibal'mışım gibi. Peş peşe darbeler alıyorum ama soruyorum kırılmaya hakkım var mı ? Artık yok diyemiyorum ne yazık ki... Kırılıyorum, batıyorum.
Hızla batıyorum hem de... Ne sevgim kaldı, ne güvenim, tüm cephanem bitti. Savunamıyorum artık kendimi. Yosunla sarılmış gibi dört yanım dibe doğru çekiliyorum. Batıyorum.. Batıyorum amiralim, dur diyin! Fare yürekli amiralim benim, gemi batıyor ama içerisindesiniz.. Ne ironik!
Zaten hiç beceremedim şu oyunu oynamayı...
Battık Amiralim, fena battık!
15 Haziran 2011
Gittim Ama Beklerim...
Yazılacak onca şey vardı geçen bu süre içerisinde, bir türlü oturup yazamadım. Anlatmak istediğim acı tatlı onca şey dizildi ve bekledi. Dökülüp gidemedi peşi sıra. Peki neden şimdi? Peki neden bu? Acı tatlı onca şey arasından neden sıyrılıp dökülüverdi ki dilimden...
Sana anlatmak istediklerim vardı. Benden duy dediklerim, dinlemedin. Oysa belki de tam bunun üzerine konuşacaktım senle. Bilmiyorum belki de dinleyeceksin ve ben acele ediyorum. Bu aralar çok telaşlı oldum. İneceği durağı kaçıran teyzeler gibi panik halindeyim. Kaybetme korkusu aklımı başımdan aldı galiba, mantıklı düşünemiyorum. Hep bir an önce olsun bitsin diyorum. Azıcık sabır gösterebilsem ya... Oysa bir zamanlar -belki biraz ukalalık olucak ama- sabrıma hayrandı arkadaşlarım. Sabırsızım dememe rağmen sonuna kadar beklerdim, her şeyi çözümledikten sonra konuşurdum. Yalnız şimdi dayanamıyorum. Bilmem belki de o zamanlar kaybedecek değerli bir şeyim olmamış hiç ya da seni kaybedebileceğimi diğerlerine göre daha iyi idrak etmişim. Sebebi ne emin değilim ama korkuyorum işte anla... Ve bir insan korkunca ne yaptığını bilemiyor. Her şeyin bir anda düzelmesini istiyorum, kim bilir ortada düzelecek bir şey de kalmamıştır ama görmek için duramıyorum ki..
"Ortada hiç bir şey kalmamıştır..." demek bile koyuyor. Kaybetme korkusu yakıyor beni. Ah! Kulaklarımı kapatmasam kalbimin o atışını duyucam; "O zaten sana ait hiç olmadı..güm.." . O zaten benim değilken neyi kaybetmekten korkuyorum? Bir yanıtım yok, olsun da istemiyorum. Bana ait olsun da istemiyorum. İşte bu yalan oldu ama ait olmamalı da. Çünkü bana ait olan herkes ve her şey mutsuz ayrıldı benden. Oysa 'o' içimin karanlığında ziyan edemeyeceğim kadar güzel. Bencilliğimle savaşacak kadar seviyorum, değer veriyorum; bana ait olmamalı...
Ne güzel de veriyordum bu savaşı, geçenlere kadar... İç savaşıma o kadar yoğunlaşmışken nedense bir dış tehdit hissettim - tehdit olmayan bir tehdit- . Bir anda tüm gücümle dışarı döndüm savaşmaya. Ah be patikli! Senin ne haddine ?! Düşünemedim ki bunu. Bir düşünsem, zehrimi içime akıtıp ölür müydüm?! Ne geldiyse başıma bu korkular bu telaşlar yüzünden geldi, düşüncesizliğimden. Ölüm sebebime kendi adımı yazacak kadar aptalca davrandım. Ben çırpınıp kendimi yaralamaya çalışırken o beni tutup sakinleştirmeye çalıştı, fark edemedim. O an tek gördüğüm şey bavullarımı alıp gitmem gerektiğiydi. Kimse beni kovmasa bile ben giderdim ama işte sorun şu ki gitmek istemiyordum. Hayatımda ilk defa bana yalan söylemeyen birini bulmuştum. Bu dürüstlüğü kana kana içmek istiyordum. Gitmek istemiyordum. Bunu anlatsam belki, anlatabilsem, bana hüsnü kuruntu olduğunu anlatacaklardı. Ne yazık ki anlatmak yerine savaştım. Çırpındım durdum ve kendimle beraber bana sarıldığı için ona zarar verdim. Sonuç mu? 'Git' dedi. Kendi korkumu gerçeğe ben çevirdim. Koca bir alkış bana!
Şimdilerde tehdit gördüğüm o ülkenin bana dostvari yaklaşımlarını görüyorum da utanıyorum kendimden. Nasıl saldırmayı düşündüm? Rezilim. Hem bulunduğumuz yerler bile çok farklı iken nasıl? Sana bunu anlatacaktım işte. Artık görüyorum ve bu yüzden de seni kırdığım için özür diliyorum. Benim yerim onunkinden çok farklı. Ben bir sarı kağıt kadarım. Ve bunun anlamı benim düşündüğümden bile daha güzel. Onun sorguladığı, olmak istediği yerde olmayı dilediğim vakitlerde yukarı tırmandığımı sanıyordum ama aşağı iniyormuşum. Biliyorum şu an kendi yerimden bile çok uzakta yerin dibindeyim ama zamanında 'dost' kadar yüce bir yerdeydim. Dostsam niye bir şey anlatmıyorsun derdine düştüydüm ama ben bir şeyleri anlatmadan da anlayabilirdim. Anlamışım da ama anladığımı anca fark edebildim. İş işten geçince... Bana güzel bir yer verildi ama ben kendim olamadım orda korkularım yüzünden. Değerini biliyordum ama kendi değerimi fark edemedim. İşte bu yüzden kaybettim. Kaybettiğimin farkında olsam yapmazdım ama o an sadece diğer ülkeye odaklıydım. Onun sana biçtiği değere, tavırlarına, 'benim' inancına... Bunların hepsine uyuz oluyordum. Değmeyecek biri gibi görüyordum. Yalnız görmediğim bir şey de varmış, sevgisi. Elde etme yolu çok yanlış olabilirdi ama sevdi mi güzel seviyordu. İçim rahatladı. Ben artık yoktum ama... Neyse...
Bana karşı dürüst olan tek kişiyi kaybettim. Hala konuşuyor ama sonra bir anda suskunluğa bürünüyor. Ben mi? Artık zorlamıycam. Böylesi daha güzel. Benle herkes mutsuz. Ama bir gün gelir diye içeride sofra her daim kurulu ben ise terliklerimle onu bekliyorum, ocakta ise yağlı pilav...
Sana anlatmak istediklerim vardı. Benden duy dediklerim, dinlemedin. Oysa belki de tam bunun üzerine konuşacaktım senle. Bilmiyorum belki de dinleyeceksin ve ben acele ediyorum. Bu aralar çok telaşlı oldum. İneceği durağı kaçıran teyzeler gibi panik halindeyim. Kaybetme korkusu aklımı başımdan aldı galiba, mantıklı düşünemiyorum. Hep bir an önce olsun bitsin diyorum. Azıcık sabır gösterebilsem ya... Oysa bir zamanlar -belki biraz ukalalık olucak ama- sabrıma hayrandı arkadaşlarım. Sabırsızım dememe rağmen sonuna kadar beklerdim, her şeyi çözümledikten sonra konuşurdum. Yalnız şimdi dayanamıyorum. Bilmem belki de o zamanlar kaybedecek değerli bir şeyim olmamış hiç ya da seni kaybedebileceğimi diğerlerine göre daha iyi idrak etmişim. Sebebi ne emin değilim ama korkuyorum işte anla... Ve bir insan korkunca ne yaptığını bilemiyor. Her şeyin bir anda düzelmesini istiyorum, kim bilir ortada düzelecek bir şey de kalmamıştır ama görmek için duramıyorum ki..
"Ortada hiç bir şey kalmamıştır..." demek bile koyuyor. Kaybetme korkusu yakıyor beni. Ah! Kulaklarımı kapatmasam kalbimin o atışını duyucam; "O zaten sana ait hiç olmadı..güm.." . O zaten benim değilken neyi kaybetmekten korkuyorum? Bir yanıtım yok, olsun da istemiyorum. Bana ait olsun da istemiyorum. İşte bu yalan oldu ama ait olmamalı da. Çünkü bana ait olan herkes ve her şey mutsuz ayrıldı benden. Oysa 'o' içimin karanlığında ziyan edemeyeceğim kadar güzel. Bencilliğimle savaşacak kadar seviyorum, değer veriyorum; bana ait olmamalı...
Ne güzel de veriyordum bu savaşı, geçenlere kadar... İç savaşıma o kadar yoğunlaşmışken nedense bir dış tehdit hissettim - tehdit olmayan bir tehdit- . Bir anda tüm gücümle dışarı döndüm savaşmaya. Ah be patikli! Senin ne haddine ?! Düşünemedim ki bunu. Bir düşünsem, zehrimi içime akıtıp ölür müydüm?! Ne geldiyse başıma bu korkular bu telaşlar yüzünden geldi, düşüncesizliğimden. Ölüm sebebime kendi adımı yazacak kadar aptalca davrandım. Ben çırpınıp kendimi yaralamaya çalışırken o beni tutup sakinleştirmeye çalıştı, fark edemedim. O an tek gördüğüm şey bavullarımı alıp gitmem gerektiğiydi. Kimse beni kovmasa bile ben giderdim ama işte sorun şu ki gitmek istemiyordum. Hayatımda ilk defa bana yalan söylemeyen birini bulmuştum. Bu dürüstlüğü kana kana içmek istiyordum. Gitmek istemiyordum. Bunu anlatsam belki, anlatabilsem, bana hüsnü kuruntu olduğunu anlatacaklardı. Ne yazık ki anlatmak yerine savaştım. Çırpındım durdum ve kendimle beraber bana sarıldığı için ona zarar verdim. Sonuç mu? 'Git' dedi. Kendi korkumu gerçeğe ben çevirdim. Koca bir alkış bana!
Şimdilerde tehdit gördüğüm o ülkenin bana dostvari yaklaşımlarını görüyorum da utanıyorum kendimden. Nasıl saldırmayı düşündüm? Rezilim. Hem bulunduğumuz yerler bile çok farklı iken nasıl? Sana bunu anlatacaktım işte. Artık görüyorum ve bu yüzden de seni kırdığım için özür diliyorum. Benim yerim onunkinden çok farklı. Ben bir sarı kağıt kadarım. Ve bunun anlamı benim düşündüğümden bile daha güzel. Onun sorguladığı, olmak istediği yerde olmayı dilediğim vakitlerde yukarı tırmandığımı sanıyordum ama aşağı iniyormuşum. Biliyorum şu an kendi yerimden bile çok uzakta yerin dibindeyim ama zamanında 'dost' kadar yüce bir yerdeydim. Dostsam niye bir şey anlatmıyorsun derdine düştüydüm ama ben bir şeyleri anlatmadan da anlayabilirdim. Anlamışım da ama anladığımı anca fark edebildim. İş işten geçince... Bana güzel bir yer verildi ama ben kendim olamadım orda korkularım yüzünden. Değerini biliyordum ama kendi değerimi fark edemedim. İşte bu yüzden kaybettim. Kaybettiğimin farkında olsam yapmazdım ama o an sadece diğer ülkeye odaklıydım. Onun sana biçtiği değere, tavırlarına, 'benim' inancına... Bunların hepsine uyuz oluyordum. Değmeyecek biri gibi görüyordum. Yalnız görmediğim bir şey de varmış, sevgisi. Elde etme yolu çok yanlış olabilirdi ama sevdi mi güzel seviyordu. İçim rahatladı. Ben artık yoktum ama... Neyse...
Bana karşı dürüst olan tek kişiyi kaybettim. Hala konuşuyor ama sonra bir anda suskunluğa bürünüyor. Ben mi? Artık zorlamıycam. Böylesi daha güzel. Benle herkes mutsuz. Ama bir gün gelir diye içeride sofra her daim kurulu ben ise terliklerimle onu bekliyorum, ocakta ise yağlı pilav...
19 Nisan 2011
Önüm Arkam Sağım Solum Sobe
Büyük bir kaçış filmi gibi hayat;ondan bundan, gerçeklerden ve özellikle de kendimizden kaçtığımız... Ben bu akşam sobelendim. Saklandığım tüm gizli kuytular açığa çıktı ve ben tüm yalancı maskelerimi kaybettim tasolarım misali. Bu akşam beni tanımadığım biri sobeledi, ummadığım biranda benim bile dokunamadığım yarama dokundu. Adını bile bilmediğim biri beni gördü hem de çırılçıplak...
Bu akşam saklambaç oynarken aklımda sadece hayatın saçma ironisi vardı. Sen git kendini çırılçıplak başkasına sun, o sen saklanasın diye sonsuza kadar saysın. Ve hiç tanımadığın biri nedensizce sana değer verip seni soysun tüm çirkinliklerinden. Takdir ediyorum hayat seni, hala gülümsetebiliyorsun beni... Sadece bunu demek istedim sanırsam. Bu akşam cesaretim olsaydı bu cümleleri başkasına kuracaktım, şakadaki nüansı ona anlatacaktım. Sustum sustum ve sustum. Bu susuş ona susayışımdı. Kuruyan ağzımdan dökülemedi kelimeler, mideme oturuverdiler. Bir yabancıya kustum ben de. Ne varsa içimde arda kalan saydım ve sövdüm. Eksik, tam ne varsa gerçeğiyle yalanıyla anlattım durdum. O bir boy aynası tuttu. Önce yüzümdeki makyajı çıkardım. Sildiğim her allık iziyle bir yalanımı kaybettim; hani 'mutluyum',' beklemiyorum' diye dediklerim vardı ya onlar işte... Ağlayarak akıttım ki rimelimi ruhumu lekeleyen iki yüzlülüğüm yıkansın. Bir daha kızgınlıklarımı gülümseyen hoşgörülüklerle maskelemeyeyim... Sımsıkı toplu saçlarımı saçtım tel tel, dökülüverdi kendime bile söylemeye cesaret edemediğim sırlarım. Hani gözlerinde açık açık yazan ve bu yüzden de sabahları aynaya göz ucuyla bakıp kendinle göz göze gelmemeye çalıştığın sırlar... Sonra kat kat giyinip kendimi dışarıdan koruduğum(!) kıyafetlerimi çıkardım tek tek... Pişman mıyım ? Keşke bunları sana anlatsaydım, keşke susmasaydım...
Aslında korktuğumdandı bu suskunluğum. Kendimi ele vermekten çekindiğim içindi ürkekliğim. "Nasılsın" diye soracağına "Beni özledin mi?" diye sorsaydın, tüm sessizliğimi haykırarak bozacaktı "Hayır" diyişimdeki titreyişim. İşte o zaman akıp gidecekti kelimeler bendini yıkan akarsu misali. Oysa ne sen sordun, ne ben söyleyebildim... Ah! Sen zaten hiç merak etmedin beni. Gidesim geliyor böyle anlarda senden. Senden vazgeçesim. Olmuyor, yapamıyorum. Gemileri yakmaya dönüyorum, elimi tutup yüreğime dokunuyorsun. Çapan daha da derine batıyor ruhumda, bırak gitmeyi... Ama diyemiyorum ki beni önemsiyorsun. Kapına geliyorum elimde bir sürü misket. Belki gel benimle misket oyna diyemiyorum ama misketleri gösteriyorum sana. Onlar ne desen gelecek devamı ama demiyorsun. Bakmıyorsun bile misketlere. Oysa bak onlardan birini daha çok seviyorum demek için oradayım ben; bak aynı senin gözlerinin rengi, bu misketi çok seviyorum. Ne senden gidebiliyorum ne sana varabiliyorum. Olgunlaşmamış ham meyveyim, varsam ne ederim. Belki de bu yüzden beni istemeyişin. Daha yolumun olmasından. Yalnız yine de kırılıyor insan, adam yerine konulmamaktan.
"Pirinçten taş ayıklar gibi ayıklıyorum sözcüklerinden bana aldırmazlığını..."demişti şair ama anlamamıştım tanımadan seni. Şimdi ise sanki görünmezlik pelerinim var gibi, giydiğimi hatırlamadığım. Oysa beni fark et diye çırpınıyorum. Küçük bir kız çocuğunun babasının dizinin dibinde hayran hayran oturuşu gibi ben de ayıramıyorum gölgenden farkında değil misin? Kime soruyorum. Farkındasın elbet ama aç gözlüsün. Daha doğrusu ben senin için çerezim. Sen sahip olamadığın şeyleri istiyorsun. Ve bana sahipsin. Çünkü ben ayrılamıyorum gölgenden, ayıramıyorum gözlerimi senden. Sana verebileceğim ne varsa ben peşin ödedim. Borçlu kalmak istemiyordum sevdan karşısında. Hangi sevda? Almayı ümit ettiğim hiç bir şeyi alamadım ki, alamayacağım da... Oysa bakma sevda dediğime ümit ettiğim çok da bir şey değildi. Ne özelindi ne de hakkettiğimden fazlası. Biraz hava su muhabbeti biraz da yol arkadaşlığı. Hani şu veresiye yazdıranlara elin bol dağıttığın güler yüzün, o kadar. Ah! Sen de biliyorsun ki en çok ben kıymetini bilirdim o gülümsemenin. İşte en çok da bu yüzden korktun. İzin versen sana sarılmama, bırakamamaktan korktun. Ben yaralarıma rağmen güçlüydüm ve bu senin hesapladığın bir olasılık değildi. Şunun şurası paylaştığımız iki lokma huzurdu ama vazgeçememekten korkuyorduk ve bunun tedirginliği tadını kaçırıyordu. Yaralar öğretmişti bunu bize. Ben giysiler giymiştim korunmak için- bu akşama kadar; sen ise bölüştürürken vakitleri tanımadığın yeni bedenlere olduğun yerde kalarak koruyordun kendini.
Ve ben sonunda çıkarttım giysileri. Makyajımı da sildim. Cebimdeki tüm maskeleri de yaktım. Niyetim sana anlatmaktı ama hala gözlerimde saklanan sırrı kendime söyleyecek kadar olgunlaşmamıştım. Sustum. Olsun sen yine de anlıyorsun beni. Belki de bu yüzden hala taş ayıklamaya devam edeceğim sözlerinden. Sonra yine kuşanacağım yalanlarımı: "Mutluyum ki ben!" , " Bir beklentim yok senden, inan" . Aynanın karşısına geçip tekrar giyinip makyajımı tazeleyeceğim. Sonra tanrı 'Motor!' diyecek üçe kadar sayıp ben de kendimden kaçmaya devam edeceğim.
Koşmadan önce sormak isterim; "Benimle beraber benden kaçar mısın ?"
Bu akşam saklambaç oynarken aklımda sadece hayatın saçma ironisi vardı. Sen git kendini çırılçıplak başkasına sun, o sen saklanasın diye sonsuza kadar saysın. Ve hiç tanımadığın biri nedensizce sana değer verip seni soysun tüm çirkinliklerinden. Takdir ediyorum hayat seni, hala gülümsetebiliyorsun beni... Sadece bunu demek istedim sanırsam. Bu akşam cesaretim olsaydı bu cümleleri başkasına kuracaktım, şakadaki nüansı ona anlatacaktım. Sustum sustum ve sustum. Bu susuş ona susayışımdı. Kuruyan ağzımdan dökülemedi kelimeler, mideme oturuverdiler. Bir yabancıya kustum ben de. Ne varsa içimde arda kalan saydım ve sövdüm. Eksik, tam ne varsa gerçeğiyle yalanıyla anlattım durdum. O bir boy aynası tuttu. Önce yüzümdeki makyajı çıkardım. Sildiğim her allık iziyle bir yalanımı kaybettim; hani 'mutluyum',' beklemiyorum' diye dediklerim vardı ya onlar işte... Ağlayarak akıttım ki rimelimi ruhumu lekeleyen iki yüzlülüğüm yıkansın. Bir daha kızgınlıklarımı gülümseyen hoşgörülüklerle maskelemeyeyim... Sımsıkı toplu saçlarımı saçtım tel tel, dökülüverdi kendime bile söylemeye cesaret edemediğim sırlarım. Hani gözlerinde açık açık yazan ve bu yüzden de sabahları aynaya göz ucuyla bakıp kendinle göz göze gelmemeye çalıştığın sırlar... Sonra kat kat giyinip kendimi dışarıdan koruduğum(!) kıyafetlerimi çıkardım tek tek... Pişman mıyım ? Keşke bunları sana anlatsaydım, keşke susmasaydım...
Aslında korktuğumdandı bu suskunluğum. Kendimi ele vermekten çekindiğim içindi ürkekliğim. "Nasılsın" diye soracağına "Beni özledin mi?" diye sorsaydın, tüm sessizliğimi haykırarak bozacaktı "Hayır" diyişimdeki titreyişim. İşte o zaman akıp gidecekti kelimeler bendini yıkan akarsu misali. Oysa ne sen sordun, ne ben söyleyebildim... Ah! Sen zaten hiç merak etmedin beni. Gidesim geliyor böyle anlarda senden. Senden vazgeçesim. Olmuyor, yapamıyorum. Gemileri yakmaya dönüyorum, elimi tutup yüreğime dokunuyorsun. Çapan daha da derine batıyor ruhumda, bırak gitmeyi... Ama diyemiyorum ki beni önemsiyorsun. Kapına geliyorum elimde bir sürü misket. Belki gel benimle misket oyna diyemiyorum ama misketleri gösteriyorum sana. Onlar ne desen gelecek devamı ama demiyorsun. Bakmıyorsun bile misketlere. Oysa bak onlardan birini daha çok seviyorum demek için oradayım ben; bak aynı senin gözlerinin rengi, bu misketi çok seviyorum. Ne senden gidebiliyorum ne sana varabiliyorum. Olgunlaşmamış ham meyveyim, varsam ne ederim. Belki de bu yüzden beni istemeyişin. Daha yolumun olmasından. Yalnız yine de kırılıyor insan, adam yerine konulmamaktan.
"Pirinçten taş ayıklar gibi ayıklıyorum sözcüklerinden bana aldırmazlığını..."demişti şair ama anlamamıştım tanımadan seni. Şimdi ise sanki görünmezlik pelerinim var gibi, giydiğimi hatırlamadığım. Oysa beni fark et diye çırpınıyorum. Küçük bir kız çocuğunun babasının dizinin dibinde hayran hayran oturuşu gibi ben de ayıramıyorum gölgenden farkında değil misin? Kime soruyorum. Farkındasın elbet ama aç gözlüsün. Daha doğrusu ben senin için çerezim. Sen sahip olamadığın şeyleri istiyorsun. Ve bana sahipsin. Çünkü ben ayrılamıyorum gölgenden, ayıramıyorum gözlerimi senden. Sana verebileceğim ne varsa ben peşin ödedim. Borçlu kalmak istemiyordum sevdan karşısında. Hangi sevda? Almayı ümit ettiğim hiç bir şeyi alamadım ki, alamayacağım da... Oysa bakma sevda dediğime ümit ettiğim çok da bir şey değildi. Ne özelindi ne de hakkettiğimden fazlası. Biraz hava su muhabbeti biraz da yol arkadaşlığı. Hani şu veresiye yazdıranlara elin bol dağıttığın güler yüzün, o kadar. Ah! Sen de biliyorsun ki en çok ben kıymetini bilirdim o gülümsemenin. İşte en çok da bu yüzden korktun. İzin versen sana sarılmama, bırakamamaktan korktun. Ben yaralarıma rağmen güçlüydüm ve bu senin hesapladığın bir olasılık değildi. Şunun şurası paylaştığımız iki lokma huzurdu ama vazgeçememekten korkuyorduk ve bunun tedirginliği tadını kaçırıyordu. Yaralar öğretmişti bunu bize. Ben giysiler giymiştim korunmak için- bu akşama kadar; sen ise bölüştürürken vakitleri tanımadığın yeni bedenlere olduğun yerde kalarak koruyordun kendini.
Ve ben sonunda çıkarttım giysileri. Makyajımı da sildim. Cebimdeki tüm maskeleri de yaktım. Niyetim sana anlatmaktı ama hala gözlerimde saklanan sırrı kendime söyleyecek kadar olgunlaşmamıştım. Sustum. Olsun sen yine de anlıyorsun beni. Belki de bu yüzden hala taş ayıklamaya devam edeceğim sözlerinden. Sonra yine kuşanacağım yalanlarımı: "Mutluyum ki ben!" , " Bir beklentim yok senden, inan" . Aynanın karşısına geçip tekrar giyinip makyajımı tazeleyeceğim. Sonra tanrı 'Motor!' diyecek üçe kadar sayıp ben de kendimden kaçmaya devam edeceğim.
Koşmadan önce sormak isterim; "Benimle beraber benden kaçar mısın ?"
30 Mart 2011
Saçmalıyorum Yine...
Lafı uzatıp süslü kelimeler bulup uzun uzun anlatıp aslında hiç bir şeyi anlatmadığım o yazılardan biri olmayacak bu galiba! Bodoslama giresim var cümlenin orta yerine, belki de böyle kaçamazsın artık benden. Kaçmak... Doğru kelime bu mu acaba ? Belki evet belki değil. Tek bildiğim ben pervane oldukça sen ateş oluyorsun, bir türlü sana dokunamıyorum. Bir şey yapacağım. Bir şey olucak. Aklımın yettiğine elim de yetecek. Yüreğim doyacak diyorum ama olmuyor...
Sen hiç bir zaman açmıyorsun kendini. Bırakmıyorsun ki seni doya doya yaşayayım. Belki de inanmıyorsun senin iyi ve kötü taraflarınla yaşamak istediğime, seni özümsemek istediğime. Bu yüzden de kilit vurmuşsun kapağına. İstesem de açıp okuyamıyorum satırlarını. Ve ben senin tarafından okunmayı bekleyen kısacık bir öyküyüm gözlerinin önünde... Birbirimizden bu kadar uzağız işte, her ne kadar kabul etmesemde.
'Herkes' kadar tanıyorum seni, onlar kadar biliyorum. Belki biraz fazlası ama özeli değil. Özeline girilmiyor çünkü. Çevrene ördüğün büyük duvaların var orada. Hani aşmaya çalıştıkça çarpa çarpa, düşe kalka geçilmez olduğunu öğrendiğin. Beceriksizim işte. Korkuyorum belki de geçmekten kimbilir. Sanki geçenler yok mu diyorum kendime. Milyonlarca arkadaşı var, elbet özelini paylaştıkları da vardır arasında... Senin her şeyin var benimse sen; hem hoşlandığım hem de arkadaşı olmaya çalıştığım...
Ah ulan! O kilitleri kırsan ne olur. O duvarların üzerinden elimi tutsan. İçeri alsan beni... Çok kalmasam da olur aslında. Hafızam kuvvetlidir. Bakma bugünlerde unutkanım ama ayrıntıları unutmam hele de senle ilgiliyse. Bir bakıp çıksam. Yeter o kadarı. Kaldıramam mı ?
Peki o zaman sen neden okumuyorsun beni ? Ne o kaldıramaz mısın ?
Bu devirde hoşlanmakta zor be abi! En iyisi ben yine lafı uzatayım. Anlatıyormuş gibi yapıp hiç bir şey anlatmayayım. Belki bu sayede bilmediğim, tanımadığım ve bunları yapmak istemediğim için benden korkmaz beni seversiniz. Seversin değil mi ?
Sen hiç bir zaman açmıyorsun kendini. Bırakmıyorsun ki seni doya doya yaşayayım. Belki de inanmıyorsun senin iyi ve kötü taraflarınla yaşamak istediğime, seni özümsemek istediğime. Bu yüzden de kilit vurmuşsun kapağına. İstesem de açıp okuyamıyorum satırlarını. Ve ben senin tarafından okunmayı bekleyen kısacık bir öyküyüm gözlerinin önünde... Birbirimizden bu kadar uzağız işte, her ne kadar kabul etmesemde.
'Herkes' kadar tanıyorum seni, onlar kadar biliyorum. Belki biraz fazlası ama özeli değil. Özeline girilmiyor çünkü. Çevrene ördüğün büyük duvaların var orada. Hani aşmaya çalıştıkça çarpa çarpa, düşe kalka geçilmez olduğunu öğrendiğin. Beceriksizim işte. Korkuyorum belki de geçmekten kimbilir. Sanki geçenler yok mu diyorum kendime. Milyonlarca arkadaşı var, elbet özelini paylaştıkları da vardır arasında... Senin her şeyin var benimse sen; hem hoşlandığım hem de arkadaşı olmaya çalıştığım...
Ah ulan! O kilitleri kırsan ne olur. O duvarların üzerinden elimi tutsan. İçeri alsan beni... Çok kalmasam da olur aslında. Hafızam kuvvetlidir. Bakma bugünlerde unutkanım ama ayrıntıları unutmam hele de senle ilgiliyse. Bir bakıp çıksam. Yeter o kadarı. Kaldıramam mı ?
Peki o zaman sen neden okumuyorsun beni ? Ne o kaldıramaz mısın ?
Bu devirde hoşlanmakta zor be abi! En iyisi ben yine lafı uzatayım. Anlatıyormuş gibi yapıp hiç bir şey anlatmayayım. Belki bu sayede bilmediğim, tanımadığım ve bunları yapmak istemediğim için benden korkmaz beni seversiniz. Seversin değil mi ?
23 Mart 2011
Taslak
'Taslak' yazıyor bir çoğunda yazılarımın. Bir çoğu bitmemiş ama bazıları da var ki sadece bir bitiş hem de hiç bir başlangıcı olmadan. Kimilerinin ne başlangıcı var ne sonu benim gibi kayıp. Bir sürü yarım kalmış haykırış...
Bu aralar her şeyi biriktiriyorum. Sözleri, bakışları, kırgınlıkları, mutlulukları... Bir gün belki her şeyi unuturum diye. Unutmaktan korkuyorum, silinip gitmesinden her şeyin. Oysa bir aralar en çok bunu istememiş miydim? Şimdi yarım kalmaktan korkuyorum, adımın bir taslaktan öteye gidememesinden... Gülüşünü anlatmak istiyorum, sinirine hakim olmaya çalışırken ki o bir anlığına yüzünü kırıştırmasını. Ağlarken hiç kimsenin onun gibi boncuk boncuk yaş dökemeyeceğini haykırmak istiyorum. Avcunun içinde yüreğini taşıyormuşçasına sıcak olan ellerini anlatmak istiyorum. Bunları unutacak olmaktan korkuyorum. Daha geçenlerde keşke o gülüşü hiç görmeseydim hiç yer etmeseydi de aklımda bu ihaneti etmeseydim kimseye demiyor muydum? Peşi sıra kapılıp gittiğim bir gülüşü unutmak için yalvardım hayata, evet ama aslında en çok onu unutmaktan korktum. Çünkü onu unutursam yaptığım her şey yani 'ben'anlamını yitirecek gibi.
Biliyorum sonsuza kadar sürmez acılar. Varlığına alıştığı gibi yokluğuna da alışır insan. Bir kere sevdin mi hep seversin ama sevgiden de ölmez insan. Gün gelir kafanda canlandıramazsın yüzünü, silinmeye yüz tutmuştur çizgileri. Gülüşünü hatırlarsın ama dudak kıvrımları gelmez gözlerinin önüne. Bunu dersem bana kesin kızar diyebilirsin ama sesini duyumsayamazsın artık. Düşün, duymaya çalış! Ne o olmadı mı? O sana huzur veren ses bile yok mu artık kulaklarında. Hepsini unutuyorsun istemesen de unutuyorsun. Bir tek ona olan sevgini unutamıyorsun. Adı geçince göğüs kafesinde bir firari oluyor. Hangi durumda olursan ol içinden bir ses delice şeyler fısıldıyor sana. Korktuğun başına geliyor artık bir bedeni değil de bir ruhu sevdiğini anlıyorsun ve bu sevginin senle her daim bir olucağını... Anlamını yitirdiğini düşünürken anlam kazandığını anlıyorsun.
Gülüşünü unutursam onu neden sevdiğimi unuturum sanıyordum ve onu neden sevdiğimi unutursam ihanet ettiğim her şeyin anlamsızlaşacağından korkuyordum. Şimdi zar zor gözümün önüne geliyor gülüşü ama ne dersem güler çok iyi biliyorum. Şimdi ne teninin sıcaklığını, ne sesini, ne de cismini hatırlıyorum ama adını her duyduğumda o içimde bitmek bilmeyen hayranlığım kaynıyor yine.
Bir gün yarım kalmaktan kurtulursa bu taslak, kesişirse yolum kaderiyle... Bir son belki yine yazamam ama diyeceğim şeyi biliyorum;
Burnumda kahve kokusu, göğüs kafesimde bir firari
Burnumda kahve kokusu, göğüs kafesimde bir firari
Yalan akan çeşmesinden içtiğim su, onun vebali
Söylesene be gönül, ben kimin helali...
9 Şubat 2011
Sıvası Dökük
"Gece dünyayı örter, gündüz dertleri"
Demişler...Oysa şu sıralar gündüzler bile sıva tutmuyor benim için. Hiç bir makyaj kapatamıyor uykusuz geçen gecelerimin izlerini. Kapandığını düşündüğüm çatlaklarımdan sızıyor gözyaşlarım. Kendimi avutmaya yetmiyor yalanlarım. Çırılçıplak hissediyorum kendimi ve hiç ummadığım kadar korkuyorum, gündüzden bile... Çünkü 'yalnızlık' denilen şeyi daha yeni tanıyorum. Ya da belki artık taşıyamadığım için garipsiyorum. Ruhuma giydiğim bu elbise gittikçe ağırlaşıyor ve düştükçe pençesine dilim lal oluyor. Ki ben boş kelimeler üstadı bir geveze, çaresizim... İstikbalime bakıyorum ve mücrim gibi titriyorum.
Çırpındıkça daha da battığım bir bataklıktayım sanki. Cennet adındaki bu cehennem dünyada yanıyorum. İşlediğim her günahın bedelini hayallerimi satmakla ödüyorum. Ama hala borçluyum hala lanetli... Ne zaman ödenecek bu aptallığımın bedeli? Ne zaman ödeşeceğiz seninle, hayat? Sikip bıraktığın ruhum bir tecavüzü daha kaldıramaz görmüyor musun? Yoruldum...
Çırpındıkça daha da battığım bir bataklıktayım sanki. Cennet adındaki bu cehennem dünyada yanıyorum. İşlediğim her günahın bedelini hayallerimi satmakla ödüyorum. Ama hala borçluyum hala lanetli... Ne zaman ödenecek bu aptallığımın bedeli? Ne zaman ödeşeceğiz seninle, hayat? Sikip bıraktığın ruhum bir tecavüzü daha kaldıramaz görmüyor musun? Yoruldum...
'Seni anlıyorum' diyenlerin şu kahrolası yazı olmadan beni anlayamadığını bilmek ağır geliyor. Onlara verdiğim tanımları ezberleyip beni zor bulanlara 'keşke bir de o bildiğini varsaydığın tanıma göre yaklaşsaydın ya bana' diyememek koyuyor. Hakkımda her şeyi biliyorsunuz, gerçek hariç. Ne ironik! Oysa ben sizden beni anlamanızı hiç beklemedim. Herkesten umdum ama sizden değil. Sizi öylesine, her şeyinizle sevdim. Çekip gitseniz de sevmeye devam ettim. Ama yoruldum. İçimden gidin demek var size, alın ve gidin tüm korkularımı, tüm acılarımı... Yapamazsınız ve ben de yapamam. Göstermelik acılarınıza daha fazla katlanamam. Sizin için bir yerde unutulmuş bir müsveddeden daha önemli değildim ki zaten bırakın öyle kalayım. Unutulur. Benim gidişim en çabuk unutulan olur hem de.. Bırakın ! Kalabalığın ortasında beni yalnız bıraktığınızdaki gibi bir şey olmamış gibi bırakın... Bırakın!
Yüreği ağzında bir serçe daha ne taşıyabilir ki ? Taşıyamıyorum ben de sitemlerinizi. Bilmem belki de kötüyümdür. Belki bu yüzdendir bu üzerimdeki lanet. Elimi attığım her gülün solması içimdeki karanlıktandır belki de. Lakin bundan öte biri değilim, olamadım! Hayatımdaki her şeyi temizlemek istedim, yeniden başlamak hem de bir çok kez ama beceremedim. Bilmem belki de tam anlamıyla hiç istemedim. Hiç pişman olmadım ki ben yaşadıklarımdan. Belki anlık sövgülerim oldu. Küfürü ağzıma tespih ettim bazıları için ama yine de sevdim yine de onlarla yaşadığım zamanları özledim. Çünkü hissettiklerim hep gerçek oldu. O yüzden de çok acıttı ya gidişleri. Yaralarını kapatmak istedim hep silmek ama yapamadıysam sanırsam gerçekten istemediğim içindir. Çünkü acıları bile hala yanımda olduklarını hissettiriyordu bana. Gitmeye hakları vardı ama ölmeye değil! Onlar ölmeyi tercih etti. Ve ben bugün o cesetleri taşıyamıyorum. Yoruldum...
Temizlenmiyor hayat, temizlenmiyorsun... Bedeninde duruyor gidenlerin attığı kağıt kesikleri. Görünmezler ama hep acıtıyorlar. Bir insanın gölgesini silmek o kadar zor ki en iyisi hiç başlamadan ışıkları söndürüp gitmek. Çünkü ne kadar kirlenirsen o kadar çabuk ebeliyor hayat seni. Oysa sen yağmurdan kaçarken doluya denk gelmiş ve afallamıştın ebe olmak hiç hesabında yoktu. Sen sevmeyi öğreniyordun. Sevmek nasıl bir şeydi hissetmek isterken aşka düşüyordun oysa düştüğün aşk evlat edindiğin bir aşktı bilemiyordun. Sen beraber yaşlanabileceğini düşündüğün bir adamı öpmek istiyordun ve bu yüzden de öptüğün her adamı özlüyordun. Oysa dudakların olduğu için öpüyorlardı onlar seni daha ötesi yoktu. Sen varlığına bağlamışken mutluluğunu o seni 'varlığın yalnızlığımı geçirmiyor' diye terk ediyordu. Sonra sen de onlara benzemeye başladın çünkü doğrusu böyle gibi geliyordu. Beğendiğin bedenlerdi artık ruhlara bakmıyordun. Ya da öyle olduğuna inandırmaya çalışıyordun kendini. Birinin dudak izi daha geçmeden diğerini öptüğünde ihanet ettiğin için kendini kötü hissediyordun ama ortada ihanet edilecek biri de yoktu. Hatta öpülen bir adam da. Ama kirlendiğini düşünüyordun ve bu yüzden de kirleniyordun. Öptüğün her kişide biraz daha kirleniyordun ve bu yüzden ebeliyordu hayat seni.
Ebelendim ben de... Çaylak bir çocuk gibi açığa çıktım ve her yaramaz çocuk gibi sonunda ben de pişman oldum. Huzur istiyorum artık. Kurtarsın istiyorum biri beni... Sorgulanmaktan, kaybetmekten sıkıldım bir kere de kazanmak istiyorum...
Bir dilek tuttum sayıyorum sonsuzdan geri...
Not: Bu yazı üzerine bu dinlenir!
Ebelendim ben de... Çaylak bir çocuk gibi açığa çıktım ve her yaramaz çocuk gibi sonunda ben de pişman oldum. Huzur istiyorum artık. Kurtarsın istiyorum biri beni... Sorgulanmaktan, kaybetmekten sıkıldım bir kere de kazanmak istiyorum...
Bir dilek tuttum sayıyorum sonsuzdan geri...
Not: Bu yazı üzerine bu dinlenir!
22 Ocak 2011
Kahve Tadı
Hayat bir otoyoldan farksız ne yazık ki... Ve sen durmak istediğin an her şey üstüne üstüne gelmeye başlıyor. Neden gelmesin ki? Akıp giden bir düzen içerisinde durdururlar mı seni, nefes aldırırlar mı hiç ! Bilmiyorum, durdum sadece... "Yorgunum! " diye başlayan cümlelerle savunmuyorum kendimi çünkü değilim. Daha dibe batmadım, batmam da! Gidilecek hep bir dipsiz kuyu var ama merdivensiz de çıkmayı başarırız elbet ya da dipsizliğin de dibini görürüz kim bilir. Ben sadece durdum. Durdum ve öylece baktım. Ve işte o an başladı şimdi küfrettiğim her şey. Tüm belirsizlikler, iç sıkıntıları, ruh gerilmeleri, kaçan uykular, sayılmaktan sıkılmayan koyunların satın alımları, devamlı arıza çıkaran sinirler... Küçük umut anları dışında gelecek, kara bulutlarla kaplı. Ve bu manzara karşısında içim, yer değiştiriyormuşçasına rahatsız ve tüm biriken 'kötü' şeyleri kusma isteme dürtüsüyle kaplı bir şekilde çaresiz.
İçimden kopup ağzıma kadar gelen gerçeğin bu ekşimsi tadı ruhumu buruşturuyor sanki. Canım sıkılıyor! Hayal kırıklıklarının kasvetli havasında nefes almaya çalıştıkça ciğerlerime vicdanın pençeleri zift gibi yapışıyor. Yüreğimin orta yerine bir şeyler oturdu ve ben bu yükle nefes alamıyor gibiyim. Ve ters yüz etmek için kendimi deliriyorum. Söküp atmak istiyorum içimde olup biten ne varsa...
'Gül' diyorlar ya hani, nasıl ve ne şekilde olacağını söylemeden, umursamadan. Sanki güldüğünde içinde ki her şey sökülüp atılıyormuş gibi. Oysa gülmek çok kolay. Bir göz kırpması salisesinde bıraktığında tüm düşünceleri insan kahkaha bile atabiliyor. İçtiğin bir kadeh şarabın kırmızılığına verdin mi kendini dudak kıvrımların istemsizce yükseliyor yukarı doğru ama gülümsediğin anlarda içine oturan o şey hala o şey olarak orada kalıyor. Değişmiyor, gitmiyor, kalkmıyor sadece kendini anımsatmak için ufak bir reklam arası veriyor o kadar.
Özledim... Kahve tadındaki muhabbetlerimde birinin beni anladığını bilmek, birinin benim gibi düşündüğünü fark etmek, anlatmadığın şeylerin bile biri tarafından çözülmüş olması içimdeki o kaosu dindiriyordu. Söküp atılması gereken ne varsa kelimeler tarafından sindiriliyordu. Oysa uzun zamandır gelip 'bir kahve içelim mi?' diyecek biri(!) yoktu. Kaybettiğim onca şeyden biriydi o kahve saatleri de ama sanırsam en çok özlediğimdi. O gün sanki mutsuzluğumu hissedip beni güldürmek için konuşmadan bir şeyler anlatmasından anladım bunu. Kesip atarken her şeyi ona bu denli ihtiyaç duyacağımı bilmiyordum. Onu bu kadar özleyeceğimi...
Çıkıp gelse bıraktığım o yerden sadece bir kahve içmek için. Ara sıra bana güldüğünü görmek de güç veriyor, konuşmadan anlattıkları da rahatlatıyor beni ama yetmiyor. Ama gelemez... Bir otobüs camının yansımasında görür gibi olduğumda hala içim bir tuhaf olurken gelmesin zaten. Evet ihtiyacım var ona, arkadaşlığına ama ama ama işte... Bir yandan ondan daha iyi kimse beni anlamazken bir yandan da ondan daha iyi kimse kıramaz beni. Ben artık kırılmak istemiyorum, ben dediğim ne varsa onları yıkıp geçen, aldatan, dalga geçen birini istemiyorum yanımda. Bunu diyorum ama hala geri gelsin istiyorum, hala arkadaşlığını istiyorum. Bu gurursuzluğuma sebep olduğu için nefret etmem gerekirken hala çok seviyorum. Aaah ! Zamanı geri alsaydım Daniel'in Holly'e söylediği gibi çıkıp ben de derdim ona ;
" Sana bir şeyler hissetmeyi planlamamıştım, birden oldu affedersin."
Affeder miydi? Ya peki ben... Şu an tek düşündüğüm yaşlanıp huysuz bir nine olduğumda hala orada tam orta yerinde oturamayacak olduğum. Oysa söz verdiydim, söz verdiydi, sözleşmiştik...
Yarım kaldı, kahve tadı gibi...
İçimden kopup ağzıma kadar gelen gerçeğin bu ekşimsi tadı ruhumu buruşturuyor sanki. Canım sıkılıyor! Hayal kırıklıklarının kasvetli havasında nefes almaya çalıştıkça ciğerlerime vicdanın pençeleri zift gibi yapışıyor. Yüreğimin orta yerine bir şeyler oturdu ve ben bu yükle nefes alamıyor gibiyim. Ve ters yüz etmek için kendimi deliriyorum. Söküp atmak istiyorum içimde olup biten ne varsa...
'Gül' diyorlar ya hani, nasıl ve ne şekilde olacağını söylemeden, umursamadan. Sanki güldüğünde içinde ki her şey sökülüp atılıyormuş gibi. Oysa gülmek çok kolay. Bir göz kırpması salisesinde bıraktığında tüm düşünceleri insan kahkaha bile atabiliyor. İçtiğin bir kadeh şarabın kırmızılığına verdin mi kendini dudak kıvrımların istemsizce yükseliyor yukarı doğru ama gülümsediğin anlarda içine oturan o şey hala o şey olarak orada kalıyor. Değişmiyor, gitmiyor, kalkmıyor sadece kendini anımsatmak için ufak bir reklam arası veriyor o kadar.
Özledim... Kahve tadındaki muhabbetlerimde birinin beni anladığını bilmek, birinin benim gibi düşündüğünü fark etmek, anlatmadığın şeylerin bile biri tarafından çözülmüş olması içimdeki o kaosu dindiriyordu. Söküp atılması gereken ne varsa kelimeler tarafından sindiriliyordu. Oysa uzun zamandır gelip 'bir kahve içelim mi?' diyecek biri(!) yoktu. Kaybettiğim onca şeyden biriydi o kahve saatleri de ama sanırsam en çok özlediğimdi. O gün sanki mutsuzluğumu hissedip beni güldürmek için konuşmadan bir şeyler anlatmasından anladım bunu. Kesip atarken her şeyi ona bu denli ihtiyaç duyacağımı bilmiyordum. Onu bu kadar özleyeceğimi...
Çıkıp gelse bıraktığım o yerden sadece bir kahve içmek için. Ara sıra bana güldüğünü görmek de güç veriyor, konuşmadan anlattıkları da rahatlatıyor beni ama yetmiyor. Ama gelemez... Bir otobüs camının yansımasında görür gibi olduğumda hala içim bir tuhaf olurken gelmesin zaten. Evet ihtiyacım var ona, arkadaşlığına ama ama ama işte... Bir yandan ondan daha iyi kimse beni anlamazken bir yandan da ondan daha iyi kimse kıramaz beni. Ben artık kırılmak istemiyorum, ben dediğim ne varsa onları yıkıp geçen, aldatan, dalga geçen birini istemiyorum yanımda. Bunu diyorum ama hala geri gelsin istiyorum, hala arkadaşlığını istiyorum. Bu gurursuzluğuma sebep olduğu için nefret etmem gerekirken hala çok seviyorum. Aaah ! Zamanı geri alsaydım Daniel'in Holly'e söylediği gibi çıkıp ben de derdim ona ;
" Sana bir şeyler hissetmeyi planlamamıştım, birden oldu affedersin."
Affeder miydi? Ya peki ben... Şu an tek düşündüğüm yaşlanıp huysuz bir nine olduğumda hala orada tam orta yerinde oturamayacak olduğum. Oysa söz verdiydim, söz verdiydi, sözleşmiştik...
Yarım kaldı, kahve tadı gibi...
18 Ocak 2011
Çal Kemancı Çal !
Düşledikçe o'nu bir şarkı mırıldanırsın ya hani istemsiz... İçinde yer edenleri anlatan bir melodidir dudaklarının arasından süzülen, kimi zaman neşeli olsa da gereksiz yere çoğu zaman hüzünlüdür... Benim ise hicran filmindeki Emel Sayın'ın söylediği o şarkı geliyor, hani yüreğindeki tüm o hüzne rağmen gülümsediği sahnedeki söylediği o şarkı...
Bu gece onu düşünmemeliyim, bu gece onu hiç sevmemeliyim!
Çal kemancı, çal... Neşeli bir şeyler çal! Bu ocak olmayı beceremeyen ocak ayının olmadık bir pazartesi gününde beklenmedik çıkan güneşe eşlik edercesine çal! Ben kar yağsın içim buz tutsun, hissetmeyeyim dedikçe içimdeki her şeyi aleve veren bu kahrolası güneşe arka çık sen de! İçimde yaşananların şiddetinden hala organlarım yer değiştirmediyse daha da belli etmem! Sen neşeli bir şeyler çal içimdeki tüm ölülere, tüm ölü eski sevgililere...
"Hangi sevdanın üstüne yağmur yağsa, biz onu aşk belliyorduk." demişti ya yazar - şair artık her kim ise, hani biz de okuyup başkalarının aşklarını düşlemiştik. Aklımıza kendi aşkçıklarımız gelmemişti. Bir sürü ölü sevda yatıyordu işte bu yüzden içimizdeki bataklıkta -içimdeki bataklıkta- . Aaah bu dünya batamadı gitti, bu atmosfer bir türlü kusamadı bizi. Sevmekten yoksun aşk adamıyız biz, birer sera bitkisi... Oysa eskiden ne güzeldi, çok uzak da değil ilk sevişmelerimiz. Demlene demlene konuşuyor, seviyorduk. Hemen sevişmiyorduk, elma yemek için mevsimini bekliyorduk. Sonra ne oldu bilmiyorum. Belki saflığımızı kaybettik ya da baştan beri bu ilişkinin tek safı bizdik. Birileri bizden önce saflığının acısını çekmişti acı çekme sırası bizdeydi. Bir taç töreni edasıyla devrettiler bize bencilliklerini ve herkes gibi bizlerin de yaşam alanı çift kişilik bir yatağın çevresinden ibaret oldu. Artık sadece yatağa yakışanları seviyorduk yürekler demodeydi. Öpüşürken özlediğimiz aşkın tadı değildi artık zevkimize uyan o ıslaklıktı.
Aşkı unutmuştuk soran olursa yanıtlarımız hazırdı; " Aşk vahşiydi sevgilim, iki delinin savaşarak tutkuyu bulmasıydı. Ama sen aşık olamayacak kadar kırılgandın!..." Bu yüzden kavuşmaları değil ayrılıkları bölüştük. Ekmek arası acılarımızla yaşamayı öğrendik. Bir çoğumuz içimizdeki bataklıkla barıştı. Yaralar üzerine sıva çekti. Dış cepheyi süsledi komşulara karşı içerdeki çatlaklıklara inat birilerine deprem olmayı seçti. Ve ağızlarda aynı laf çal kemancı çal, neşeli bir şey çal...
Elbet unuturum zor olsa da diyor ya Emel Sayın, unuturum... Hoşgeldin bile diyebilirim eski sevgililerime ama sen hariç! Hepsini sevdim, belki bir salak gibi hepsine kör kütük aşık da oldum ama sen... Bir tek sen hariç ! İçimde bana ait bir şey bırakmadığın için değil, yalan söylediğin için de değil, peşi sıra bir başkasına koştuğun içinde değil, beni benden daha çok düşünüp benim için bunun daha iyisi olduğuna karar verdiğin için de değil, her gün seni gördükçe duydukça hissettikçe içimde kopan fırtınalara rağmen normal davranmak zorunda kaldığım için de değil... Hiç var olmamışım gibi davrandığın için olmaz! Seni affedemem, sana hoşgeldin diyemem. Görünmez iplerimi daha kesemedim belki de hala sen nereye ben oraya sürükleniyorum. hala deli bir alev kovuruyor yüreğimi ama... Bu gece seni düşünmemeliyim, bu gece seni hiç sevmemeliyim !
Bu gece onu düşünmemeliyim, bu gece onu hiç sevmemeliyim!
Çal kemancı, çal... Neşeli bir şeyler çal! Bu ocak olmayı beceremeyen ocak ayının olmadık bir pazartesi gününde beklenmedik çıkan güneşe eşlik edercesine çal! Ben kar yağsın içim buz tutsun, hissetmeyeyim dedikçe içimdeki her şeyi aleve veren bu kahrolası güneşe arka çık sen de! İçimde yaşananların şiddetinden hala organlarım yer değiştirmediyse daha da belli etmem! Sen neşeli bir şeyler çal içimdeki tüm ölülere, tüm ölü eski sevgililere...
"Hangi sevdanın üstüne yağmur yağsa, biz onu aşk belliyorduk." demişti ya yazar - şair artık her kim ise, hani biz de okuyup başkalarının aşklarını düşlemiştik. Aklımıza kendi aşkçıklarımız gelmemişti. Bir sürü ölü sevda yatıyordu işte bu yüzden içimizdeki bataklıkta -içimdeki bataklıkta- . Aaah bu dünya batamadı gitti, bu atmosfer bir türlü kusamadı bizi. Sevmekten yoksun aşk adamıyız biz, birer sera bitkisi... Oysa eskiden ne güzeldi, çok uzak da değil ilk sevişmelerimiz. Demlene demlene konuşuyor, seviyorduk. Hemen sevişmiyorduk, elma yemek için mevsimini bekliyorduk. Sonra ne oldu bilmiyorum. Belki saflığımızı kaybettik ya da baştan beri bu ilişkinin tek safı bizdik. Birileri bizden önce saflığının acısını çekmişti acı çekme sırası bizdeydi. Bir taç töreni edasıyla devrettiler bize bencilliklerini ve herkes gibi bizlerin de yaşam alanı çift kişilik bir yatağın çevresinden ibaret oldu. Artık sadece yatağa yakışanları seviyorduk yürekler demodeydi. Öpüşürken özlediğimiz aşkın tadı değildi artık zevkimize uyan o ıslaklıktı.
Aşkı unutmuştuk soran olursa yanıtlarımız hazırdı; " Aşk vahşiydi sevgilim, iki delinin savaşarak tutkuyu bulmasıydı. Ama sen aşık olamayacak kadar kırılgandın!..." Bu yüzden kavuşmaları değil ayrılıkları bölüştük. Ekmek arası acılarımızla yaşamayı öğrendik. Bir çoğumuz içimizdeki bataklıkla barıştı. Yaralar üzerine sıva çekti. Dış cepheyi süsledi komşulara karşı içerdeki çatlaklıklara inat birilerine deprem olmayı seçti. Ve ağızlarda aynı laf çal kemancı çal, neşeli bir şey çal...
Elbet unuturum zor olsa da diyor ya Emel Sayın, unuturum... Hoşgeldin bile diyebilirim eski sevgililerime ama sen hariç! Hepsini sevdim, belki bir salak gibi hepsine kör kütük aşık da oldum ama sen... Bir tek sen hariç ! İçimde bana ait bir şey bırakmadığın için değil, yalan söylediğin için de değil, peşi sıra bir başkasına koştuğun içinde değil, beni benden daha çok düşünüp benim için bunun daha iyisi olduğuna karar verdiğin için de değil, her gün seni gördükçe duydukça hissettikçe içimde kopan fırtınalara rağmen normal davranmak zorunda kaldığım için de değil... Hiç var olmamışım gibi davrandığın için olmaz! Seni affedemem, sana hoşgeldin diyemem. Görünmez iplerimi daha kesemedim belki de hala sen nereye ben oraya sürükleniyorum. hala deli bir alev kovuruyor yüreğimi ama... Bu gece seni düşünmemeliyim, bu gece seni hiç sevmemeliyim !
7 Ocak 2011
Unutulmuş Koltuk
"Seni tanıyorum" diye bağırıyor alt yazısı tümcelerinin. Ben beni tanıyamazken daha, hatta ben belki de ben olamazken bu varoluşta, sen nasıl ben oldun ? Sen nasıl her hücremi adın gibi belledin? Ruhumun en mahrem yerlerini nasıl da bir mıh gibi tutabildin yüreğinde ? Bırak beni tanımayı şimdi, sen beni anlıyor musun ondan söz et...
Neden güldüğümü, ağladığımı, sövdüğümü, sevdiğimi anlayabilir misin ? Hem de ne aklının ne kalbinin süzgecinden geçirmeden, beni kalıplara sığdırmaya çalışmadan tüm ruhunla hissedebilir misin ? Anlamsızlığımdan anlamımı okuyabilir misin ? Sanmıyorum...
Ne ben değerim ne de böyle bir doğru var hayatta. Bir insanı anlamak, yalan! Eminim ya yorgunsunuzdur ya da geç kalınmıştır yaşanılacaklara. Bir insana ruhundan bakmanın zamanı mı olur ? Olurmuş! Yaralı yürek yaşamaya korkarmış. Dudaktan dökülen kelimelere ne kadar cesursa yürek o kadar titrermiş kafesinde. Ve çırılçıplak bir insanın karşısına çıkmak bir kez yapılacak bir enayilikmiş - hatta belki de bir tek benim yaptığım bir 'enayilik' - ...Ne ben çıkarırım üstümden yalanlarımı ne de sen..
Beni tanıyorsan bana da anlat bileyim. Kaybettiğim kendimi bulurum belki böylece. Belki anlattıklarınla çıplak vücuduma kazınan o derin izleri sevebilirim. Belki anlamlarını bilmediğim için sevmiyorumdur kim bilir, bunu öğrenebilirim. Belki bir boka yaradığımı senin cümlelerinde görebilirim. Ya da tam tersi...
Hadi anlat aynadaki aksimi. O da içim gibi mi ağlıyor, gülerken dışardan da çarptığı duyuluyor mu kalbimin ? Bir masal da sen anlat... Olmadığım bir kahramana bürüneyim. Bana biçtiğin kaba sığmaya çalışırken biraz daha kaybedeyim kendimi. Ve sonra sen odanın ahengini bozduğunu düşündüğün için kapının önüne koy bu koltuğu. Zaman yine akar nasılsa.. Nasılsa biri gelir alır beni kapıdan ve tanıyorum seni der. Ben yine bir tanışıklığa uymaya çalışırken bırakılacağım güne kadar mutlu mesut(!) yaşarım.
Sen de sadece tanı beni anlama sakın... Anlaşıldığım gün bu kadar sevilmeyeceğim çünkü. En azından tanıdığını sandığın bir masalda kısa da olsa mutlu olayım. Ve bırak anlamayayım seni, tanıdığımı farzedeyim. Çünkü böylesi daha kolay...
Neden güldüğümü, ağladığımı, sövdüğümü, sevdiğimi anlayabilir misin ? Hem de ne aklının ne kalbinin süzgecinden geçirmeden, beni kalıplara sığdırmaya çalışmadan tüm ruhunla hissedebilir misin ? Anlamsızlığımdan anlamımı okuyabilir misin ? Sanmıyorum...
Ne ben değerim ne de böyle bir doğru var hayatta. Bir insanı anlamak, yalan! Eminim ya yorgunsunuzdur ya da geç kalınmıştır yaşanılacaklara. Bir insana ruhundan bakmanın zamanı mı olur ? Olurmuş! Yaralı yürek yaşamaya korkarmış. Dudaktan dökülen kelimelere ne kadar cesursa yürek o kadar titrermiş kafesinde. Ve çırılçıplak bir insanın karşısına çıkmak bir kez yapılacak bir enayilikmiş - hatta belki de bir tek benim yaptığım bir 'enayilik' - ...Ne ben çıkarırım üstümden yalanlarımı ne de sen..
Beni tanıyorsan bana da anlat bileyim. Kaybettiğim kendimi bulurum belki böylece. Belki anlattıklarınla çıplak vücuduma kazınan o derin izleri sevebilirim. Belki anlamlarını bilmediğim için sevmiyorumdur kim bilir, bunu öğrenebilirim. Belki bir boka yaradığımı senin cümlelerinde görebilirim. Ya da tam tersi...
Hadi anlat aynadaki aksimi. O da içim gibi mi ağlıyor, gülerken dışardan da çarptığı duyuluyor mu kalbimin ? Bir masal da sen anlat... Olmadığım bir kahramana bürüneyim. Bana biçtiğin kaba sığmaya çalışırken biraz daha kaybedeyim kendimi. Ve sonra sen odanın ahengini bozduğunu düşündüğün için kapının önüne koy bu koltuğu. Zaman yine akar nasılsa.. Nasılsa biri gelir alır beni kapıdan ve tanıyorum seni der. Ben yine bir tanışıklığa uymaya çalışırken bırakılacağım güne kadar mutlu mesut(!) yaşarım.
Sen de sadece tanı beni anlama sakın... Anlaşıldığım gün bu kadar sevilmeyeceğim çünkü. En azından tanıdığını sandığın bir masalda kısa da olsa mutlu olayım. Ve bırak anlamayayım seni, tanıdığımı farzedeyim. Çünkü böylesi daha kolay...
1 Ocak 2011
Yapma...
"Dün gece seni sevdiğimi söyleyecektim, sana ihtiyacım var diyecektim...Nedense sustum..." diye mırıldanıyordu Candan arka fondan ve benim boğazımda bir düğüm, yutkundukça karışan..
Harflerimin fiyakasını bozdun sen... Ve ben şimdi aynı filme ikinci kez bilet almış bir garip gibi bayatlamış bir hayatı kemiriyorum. Geçmişimden çıkıp gelmiş bir hayalet gibisin. Farklı bir bedene misafirsin belki ama aynı buruklukta tadın... Isırdıkça yüzümün ekşimesi bile aynı ve bana bakışları aslının iki kopyası gibi ayırt edilemez...
Korkuyorum... Aynı hikayeyi baştan tekrar ve tekrar yaşamaya korkuyorum. Sıkışıp kalmaktan, boğulmaktan korkuyorum. Lanet ediyorum memleketinize, sizi doyuran nefesiniz olan ve belki de gerçekte ki tek ortak noktanız olan memleketinize bin bir küfür savuruyorum. Uzak durun benden! Ucu açık cümlelerinizle imalarda bulunmayın bana. Sanki beni önemsiyormuşunuz gibi davranmayın. Anlamayın beni! Bırakın öyle kupkuru kalayım dalımda solayım ama beni sulamayın. Sonra her gün bekler oluyorum, yolunda gözlerimin ferini söndürüyorum... Tanımak için çırpınıyor bu kalbim. Bilmeceleriniz arasında anlamlar yüklemeye çalışıyorum davranışlarınıza. Umutlandıkça umutlanıyor battıkça batıyorum hayatın bataklığına... Kordan bir alevsiniz ve ben canımın acıyacağını düşünmeden sarılmak istiyorum size..Ruhum yanıyor, ruhum kanıyor ama bana 'geçecek' demenizi bekliyorum sessiz çığlıklarımla...
Yaşadım. Ben bu hikayenin baş rolüydüm hem de esas oğlan bir başkasını severken... Kanadım. Hayal kırıklıklarının batmadığı bir yer kalmadı ruhumda. Artık kırılmam ben çünkü kalbimde kırılacak derman kalmadı... Arabesk edebiyatı yapıyorum belki de.. Ne düşünürsen düşün ne hissedersen hisset, umurumda değil! Öğrendiğim gibi sen ve senin gibilerinden, önemimin olmadığı gibi önemi yok bunun da. Hiç var olmamış gibi yaşadık biz Selim Işık'la öyle de yaşamaya devam edeceğimiz arabesk edebiyatımızda...
Bu sefer biliyorum... Seni tanımak için belirsiz cümlelerinde anlam aramayacam. Ellerini şöyle tuttu, kafasını böyle çevirdi ne demek ki şimdi bu diye düşünmekten uykusuz geçmeyecek gecelerim. Beni sevdiğini söylediğin yerleri ararken alt metinlerde açık açık bağırdığın gerçeklere karşı kör ve sağır olmayacağım bu sefer. Bu sefer istesen de çok kıramayacaksın beni! Ben senin gibi birine bir kez yenildim, bir kez deliler gibi ağladım. Ben kendimi bir kez bu denli kaybettim. Onurumu, güvenimi, benliğimi bir kez hiçe saydım artık geriye bir şey kalmadı. Kalan varsa eğer onları da sana harcayamam...
Evet, özlüyorum... Ruhumun katilini özlüyorum. Bir gülüşüne her şeyimden vazgeçtiğim o adamı ve onunla yaşadığım basitliği özlüyorum. Bir kahve tadında ki muhabbetlerimizi, iki el tavla oynayışımızı... Ama senle kahve içemem; korkuyorum aynı tadı bulmaktan. Bir daha bırakamamaktan korkuyorum o zarları... Yapma! Kırılmam diye üstüme bu denli gelme! Açık bırakma cümleleri, üşüyorum... Girme düşlerime, yine sevmekten korkuyorum! Geçmişi anımsattığın için değil yeniden can bulduğun için heyecanlanırım, yapma! Özlemle derim ' anlat derim nasıldı uzaklar..beni unutmadın yaa ' diye, söyletme!
Bırak sana giden tüm yollar kapalı kalsın... Yoksa öleceğim bu sefer! Yapma!
Harflerimin fiyakasını bozdun sen... Ve ben şimdi aynı filme ikinci kez bilet almış bir garip gibi bayatlamış bir hayatı kemiriyorum. Geçmişimden çıkıp gelmiş bir hayalet gibisin. Farklı bir bedene misafirsin belki ama aynı buruklukta tadın... Isırdıkça yüzümün ekşimesi bile aynı ve bana bakışları aslının iki kopyası gibi ayırt edilemez...
Korkuyorum... Aynı hikayeyi baştan tekrar ve tekrar yaşamaya korkuyorum. Sıkışıp kalmaktan, boğulmaktan korkuyorum. Lanet ediyorum memleketinize, sizi doyuran nefesiniz olan ve belki de gerçekte ki tek ortak noktanız olan memleketinize bin bir küfür savuruyorum. Uzak durun benden! Ucu açık cümlelerinizle imalarda bulunmayın bana. Sanki beni önemsiyormuşunuz gibi davranmayın. Anlamayın beni! Bırakın öyle kupkuru kalayım dalımda solayım ama beni sulamayın. Sonra her gün bekler oluyorum, yolunda gözlerimin ferini söndürüyorum... Tanımak için çırpınıyor bu kalbim. Bilmeceleriniz arasında anlamlar yüklemeye çalışıyorum davranışlarınıza. Umutlandıkça umutlanıyor battıkça batıyorum hayatın bataklığına... Kordan bir alevsiniz ve ben canımın acıyacağını düşünmeden sarılmak istiyorum size..Ruhum yanıyor, ruhum kanıyor ama bana 'geçecek' demenizi bekliyorum sessiz çığlıklarımla...
Yaşadım. Ben bu hikayenin baş rolüydüm hem de esas oğlan bir başkasını severken... Kanadım. Hayal kırıklıklarının batmadığı bir yer kalmadı ruhumda. Artık kırılmam ben çünkü kalbimde kırılacak derman kalmadı... Arabesk edebiyatı yapıyorum belki de.. Ne düşünürsen düşün ne hissedersen hisset, umurumda değil! Öğrendiğim gibi sen ve senin gibilerinden, önemimin olmadığı gibi önemi yok bunun da. Hiç var olmamış gibi yaşadık biz Selim Işık'la öyle de yaşamaya devam edeceğimiz arabesk edebiyatımızda...
Bu sefer biliyorum... Seni tanımak için belirsiz cümlelerinde anlam aramayacam. Ellerini şöyle tuttu, kafasını böyle çevirdi ne demek ki şimdi bu diye düşünmekten uykusuz geçmeyecek gecelerim. Beni sevdiğini söylediğin yerleri ararken alt metinlerde açık açık bağırdığın gerçeklere karşı kör ve sağır olmayacağım bu sefer. Bu sefer istesen de çok kıramayacaksın beni! Ben senin gibi birine bir kez yenildim, bir kez deliler gibi ağladım. Ben kendimi bir kez bu denli kaybettim. Onurumu, güvenimi, benliğimi bir kez hiçe saydım artık geriye bir şey kalmadı. Kalan varsa eğer onları da sana harcayamam...
Evet, özlüyorum... Ruhumun katilini özlüyorum. Bir gülüşüne her şeyimden vazgeçtiğim o adamı ve onunla yaşadığım basitliği özlüyorum. Bir kahve tadında ki muhabbetlerimizi, iki el tavla oynayışımızı... Ama senle kahve içemem; korkuyorum aynı tadı bulmaktan. Bir daha bırakamamaktan korkuyorum o zarları... Yapma! Kırılmam diye üstüme bu denli gelme! Açık bırakma cümleleri, üşüyorum... Girme düşlerime, yine sevmekten korkuyorum! Geçmişi anımsattığın için değil yeniden can bulduğun için heyecanlanırım, yapma! Özlemle derim ' anlat derim nasıldı uzaklar..beni unutmadın yaa ' diye, söyletme!
Bırak sana giden tüm yollar kapalı kalsın... Yoksa öleceğim bu sefer! Yapma!
Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli
Ben artık adam olmam bu derde düşeli
Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki
Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği
Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki
Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini
Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri
Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…
Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki
İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:
Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri
Cemal Süreya
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hakkımda
Arşiv
İzleyiciler
Peşindeyim
-
10 Yaş6 yıl önce
-
-
-
Bir Göçmen Kuşum Ben9 yıl önce
-
-
Taşındık!10 yıl önce
-
Taşındık!10 yıl önce
-
-
Önce Prospektüsü okuyunuz !13 yıl önce
-
Etiketler
14 şubat
(1)
23 Nisan
(1)
25 yaş
(3)
29 Temmuz
(1)
41AT
(1)
5 Kasım
(1)
500ES
(1)
90's
(1)
adap
(1)
amiral battı
(1)
analiz
(3)
anlamak
(1)
Arzu
(3)
aşk
(7)
aynı
(1)
ayrılık
(2)
ayrımcılık
(1)
bachata
(1)
banka
(1)
başkent
(1)
beğenmek
(1)
beyaz
(1)
bilmece
(1)
bir sevgi istiyorum
(1)
bovling
(1)
Bülent Ortaçgil
(3)
Cahit Arf
(1)
ceviz cafe
(1)
Cihan Demirci
(1)
çay
(1)
Çingene Kızı
(1)
çizgi film
(1)
çocukluk
(8)
çorap
(1)
dans
(1)
Davutpaşa
(1)
değişim
(1)
deli gömleği ütü istemez
(1)
demirdöküm
(1)
Devekuşu Kabare
(1)
dilek
(1)
Dilime Dolandı
(2)
DİR
(20)
Disko Kralı
(1)
doğum
(1)
doğumgünü
(2)
Don Kişot
(1)
dost
(4)
dövme
(1)
düğün
(1)
dün akşam
(1)
eller
(1)
emek sineması
(2)
Emel Sayın
(1)
engelli
(1)
ergenlik
(1)
Erhan
(1)
esas kız
(1)
Eskişehir
(1)
evlilik
(3)
Eylül Akşamı
(2)
Fenerbahçe
(1)
festival
(4)
fikir
(1)
film
(6)
filmekimi
(2)
Finansbank
(1)
Freddy Krueger
(1)
futbol
(1)
gala
(2)
GAMYAD
(1)
ganyan
(1)
Gaziantep
(1)
Gaziantep Kalesi
(1)
gemi
(1)
gezi
(2)
göçmen
(1)
guiness
(1)
gülümseme
(1)
güncelleme
(1)
günlük
(2)
haber
(1)
hakkında
(1)
Hakkında Değil Kendisiyle Konuş
(1)
hayatım
(4)
Haydarpaşa
(1)
Hayvanat Bahçesi
(1)
hesap
(1)
hoşgeldin
(2)
huzur
(1)
IKEA
(1)
İkitelli
(1)
istanbul
(1)
istemek
(1)
iş
(1)
iş hayatı
(1)
İzmir
(2)
kaçmak
(1)
kader
(1)
Kahramanlar Müzesi
(1)
kahve
(2)
kampanya
(1)
kan
(1)
kan kanseri
(1)
kapak
(1)
kapı
(1)
kaybetmek
(1)
kedi
(1)
kırgınlık
(1)
kısa kısa
(2)
kitap
(1)
klip
(2)
koltuk
(1)
konser
(1)
korku
(2)
korku filmi
(1)
kuaför
(1)
kurbağa
(1)
kutlama
(1)
kuzen
(1)
kültür
(1)
leylek
(1)
madde
(3)
Mars Heykeli
(1)
masal
(1)
matematik
(5)
melez
(1)
mezun
(1)
mezuniyet
(1)
mim
(1)
minibüs
(1)
nar
(1)
nargile
(1)
nil
(1)
Okan Bayülgen
(1)
oryantasyon
(1)
Oya-Bora
(1)
oyuncak
(1)
önyargı
(1)
örtü
(1)
özlem
(1)
pasta
(1)
patikli penguen
(1)
pazar
(1)
pi
(1)
platonik
(1)
poster
(1)
saçma
(1)
sansür
(1)
sarı kağıt
(1)
savaş
(1)
Secret Cv
(1)
sevgi
(2)
siyah
(1)
soba
(1)
soğan
(1)
sorgulama
(1)
staj
(1)
stres
(1)
süpermen
(2)
şarkı
(6)
şataraban
(1)
şerefsiz
(1)
şımarıklık
(2)
şiir
(3)
Şirinler
(1)
şizofren
(1)
takım
(1)
Taksim
(1)
tango
(1)
tanımak
(2)
tanıtım
(3)
tanrı
(1)
taslak
(1)
taşlıtarla
(1)
teleşli apt
(1)
terlemek
(1)
tesadüf
(1)
tesbih
(1)
trombosit
(1)
unutmak
(1)
V for Vendetta
(1)
yabancı
(1)
yağmur
(1)
yangın
(1)
yapma
(1)
yardım
(1)
yasak
(1)
yaşayan kütüphane
(2)
yemek
(1)
Yeni türkü
(1)
yeni yıl
(1)
yeşilçam
(2)
Yıldız Teknik
(6)
Yıldıztog
(4)
yıldönümü
(1)
yolculuk
(1)
yumak
(1)
yumurta
(2)
yüksek lisans
(1)
Zeki Müren
(1)
Zeugma Müzesi
(1)
Takvim İnsanları